Rapunzel’in saçları
- GİRİŞ12.01.2025 09:14
- GÜNCELLEME12.01.2025 09:15
Jacob ve Wilhelm Grimm kardeşler, Alman edebiyatının dünyaca ünlü masal yazarlarıdır. Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler’den, Bremen Mızıkacıları’na, Fareli Köyün Kavalcısı’ndan Kurbağa Prens’e kadar kaleme aldıkları onlarca masal çocuklar tarafından sevilmiş, pek çok dile çevrilmiştir.
Ülkemizde de bilinen bu masallardan biri de Rapunzel’dir.
Masal, kötü niyetli bir cadı tarafından orman içindeki kaleye hapsedilen Rapunzel adında dünyalar güzeli bir kızdan bahseder. Rapunzel’in yıllardır kesemediği, yerlere kadar değen uzun sarı saçları vardır. Biricik annesi kızının hasretine dayanamadığı günlerde gizlice ormana gelir, kulenin dibine yaklaşır, “Rapunzel Rapunzel uzat o altın sarısı saçlarını” diye seslenir. Rapunzel saçlarını sarkıtır, annesi bu saçlara tutunarak yukarı tırmanır.
Ormanda ava çıkan ülkenin prensi bunu görür. Kimsenin olmadığı bir gün aynı yöntemi kullanarak kuleye çıkar. Altın sarısı saçlarıyla dolunaydan farksız bu güzel kıza âşık olur. Onu, kötü cadının esaretinden kurtarıp özgürlüğüne kavuşturur. Prens’in sarayına gider, kırk gün kırk gece süren bir düğünle evlenir, yıllar boyu mutluluk içinde yaşarlar.
Mahallî lehçeleri inceleyip, köyleri kasabaları dolaşarak asırlardan beri akşam sohbetlerinde anlatılan bu masalları toplayan Grimm kardeşlerin, Rapunzel’i Almanya’nın hangi köyünden, hangi köşesinden derlediklerini bilmiyoruz.
Ancak masal konusunun, Rapunzel’in yayınlandığı 1812’den tam üç yüz elli yıl önce bir Osmanlı tarihçisi tarafından kaleme alındığını biliyoruz.
Bu tarihçi, Âşıkpaşazâde Derviş Ahmet Âşıkî’dir.
“Âşıkpaşazâde Tarihi” olarak da bilinen “Tevârîh-i Â’li Osman” isimli eseri, Osmanlı tarihinin ilk ve en önemli kaynaklarından birisidir. II. Murat ve Fatih dönemlerini bizzat kendi gözlemlerine dayanarak yazan Âşıkpaşazâde, eserinde Osmanlı Devletinin kuruluşundan Fatih devri sonlarına kadar yaşanan olayları anlatır.
Gerek muhtevası gerekse konuşma diline yakın anlatımıyla rahat okunan eser, kısa zamanda çok sevilir. Burada anlatılan olaylar adeta halk destanı gibi dilden dile dolaşır.
Rapunzel Masalına konu olan hadise, eserin “Bu bâb Aydos Hisarı Ne Suretle Alındı, Onu Bildirir” başlığıyla yazılan “26. Bâb”ında anlatılmaktadır.
Osmanlılar, beylikten çıkıp devletleşmeye başladıkları 14. Yüzyılın ortalarına doğru Kocaeli yarımadasının önemli bir kısmını ele geçirmiş, Aydos-Pendik hattına kadar dayanmışlardır.
Hikâye de Aydos Kalesinin fethinde yaşanır.
Kaleyi kuşatan Osmanlı ordusunda üç komutan vardır: Akça Koca, Konur Alp ve Abdurrahman Gazi…
Aydos Tekfuru direnişe geçer. Kalenin tepelik konumu, yüksek ve sağlam surları Osmanlı ordusuna geçit vermez.
Kuşatma uzar, asker sıkılır, moraller bozulur…
Tam da bu günlerde İlahî yardım imdada yetişir.
Âşıkpaşazâde’ye göre, Saray Tekfurunun kızı uykusunda bir rüya görmüştür. Rüyasında derin bir çukura düşmüş bir türlü çıkamamaktadır. Aniden yakışıklı bir genç peyda olmuş, genç kızı çukurdan çıkarmış, kirli giysilerini değiştirip, yenilerini giydirmiştir.
Bundan sonrasını şöyle anlatır:
“Kız uyanır. Gördüğü düşe hayrette kalır. Gördüğü kişinin hayali kızın aklını alır. Gece ve gündüz hayali gözünden ve gönlünden gitmez. Kendi kendine der: ‘Benim halim ne oldu ki beni bu çukurdan çıkardı. Başka giyecekler giydirdi ve durduğum yerden gitti. Öyle anlaşılıyor ki benim halim başka bir türlüye dönse gerek.’
Daime bu hali düşünüp yürürken Türkler geldi, savaştılar. Hisardakiler dahi cenge başladılar.
Kız: ‘Ben de varayım, savaşayım’ der. Geldi gördü ki düşünde kendini çukurdan çıkaran kişi bu askerin başıdır.”
Bahsi geçen komutan Abdurrahman Gazi’den başkası değildir. Rüyasındaki kahramanı ete kemiğe bürünmüş bir şekilde karşısında gören Tekfur Kızı, bunu manevi bir işaret olarak algılar. Kaleyi onlara teslim edeceğini anlatan bir not yazıp taşa sardıktan sonra surlardan aşağı fırlatır. Taş, tam da Abdurrahman Gazi’nin ayağının dibine düşer.
Abdurrahman Gazi koşarak Akça Koca’nın yanına gider. Birlikte Rumca bilen birini bulup mektubu okuturlar. Kız, başından geçenleri anlattıktan sonra geri çekiliyormuş gibi yapıp kaleden uzaklaşmalarını, gece geri gelmelerini, onları içeri alacağını yazmaktadır.
Öyle yaparlar. Bir kaçış havası vererek Samandıra tarafına çekilirler.
Âşıkpaşazâde, anlatımına şu şekilde devam eder:
“Aydos Hisarının kâfirleri gayet sevindiler. Yiyip içmeye başladılar. Kızın söz verdiği zaman geldi. Hemen o gece Abdurrahman Gazi kızın dediği yere geldi. Kız onu gördü. Hisar bedenine ip bağladı. Aşağıya sarkıttı. Gazi Rahman derhal ipe yapıştı. Örümcek gibi tırmanıp hisara çıktı. Kızla buluştu. Hisarın kapısına vardılar. Kapıcıyı paraladılar. Kapıyı açtılar. Hazır olan gaziler içeri koyuldular. Tekfur geceden ferah olup meclis kurmuştu. Sarhoş yatıyordu. Sabah oluncaya kadar hisarı zaptettiler.
Vaktâki Allah’ın fazlı ile hisar fetholundu. Tekfuru kızı ile birlikte Gazi Rahman’ın yanına katıp Orhan Gazi’ye gönderdiler. Orhan Gazi dahi kızı ona verdi. Getirdiği maldan dahi hayli nesne verdi.”
Aydos Kalesinin fethini bu şekilde kaleme alan Âşıkpaşazâde, okuyucuyu anlatımın doğruluğuna inandırmak için yemin eder:
“Hey azizler! Bu menkıbeyi ki yazdım. Vallahi hepsine bilgim vardı, ondan yazdım. Sanmayınız ki başkasından yazdım.”
Menkıbe burada kalmaz. Kuşaktan kuşağa, dilden dile, eserden esere aktarılır. Âşıkpaşazâde’nin ardından gelen Neşrî, Hadidi, Hoca Sadettin, İbni Kemal, Katip Çelebi, Solakzâde gibi Osmanlı tarihçileri tarafından da ballandıra ballandıra anlatılır. Bu arada hikâyeye küçük eklemeler yapılır ve hisar fethini gölgede bırakacak bir aşk hikâyesine dönüştürülür. 1558 tarihinde ünlü minyatür sanatçısı Arifî tarafından resmi çizilir. Yalnız minyatürdeki anlatımda önemli bir ayrıntı vardır. Tekfur kızı, Abdurrahman Gazi’yi kaleden bir kement atarak değil uzun saç örgüsünü aşağı salarak çıkarmıştır.
Örgülü saçlarını salarak sevdiği kahramanı kaleye alan genç kız figürü, insanların daha çok ilgisini çeker. Nihayetinde bir kahramanlık destanı da olsa arka planı kan ve ölüm tasviriyle örülü bir anlatının içine yerleştirilen sıcak bir gönül hikâyesi her tabakadan insanın hoşuna gider.
Hammer ve Lamartin gibi Avrupalı tarihçilerin Tevarih-i Â’li Osman’ı keşfetmeleri üzerine hikâye Batıya taşınır.
Âşıkpaşazâde, yeminle desteklediği iddialı anlatımıyla Doğu’dan sonra Avrupa’nın hayal dünyasına da zengin katkılar yapar.
Rapunzel masalı işte bu katkının sonucudur.
………………….
Hadisenin çıkış yeri olan Aydos Kalesi, İstanbul’da Sultanbeyli ilçesinin sınırları içinde bulunuyor.
Bakanlıklar, Valilik ve İlçe Belediyesinin işbirliğiyle restore edilip 2022’de ziyarete açılan kale, vakur duruşuyla Aydos Tepesinden seyre durup tarihe şahitlik etmeye devam ediyor…
Yorumlar10