Tekkeden Meclise
- GİRİŞ09.03.2025 09:20
- GÜNCELLEME09.03.2025 15:49
Kanlı bir isyan sonrası Yeniçeri Ocağı kaldırıldığında tarihler 1826 yılını gösteriyordu.
Nice zamandır düzenleri bozulmuş, devlette zorbalığın, ayak diremenin, fitnenin, nifak ve cidalin simgesi haline gelmişlerdi.
Bu yüzdendir ki kışlaları topa tutulmasına rağmen onlara acıyan çıkmadı. Hatta yok edilmelerine, “hayırlı olay” anlamında “Vakayı Hayriye” denildi.
Osmanlı zaferlerinin efsane teşkilatı, bu şekilde tarihten çekilirken yerine “Asâkir-i Mansure-i Muhammediye” isimli yeni bir ordu kuruldu.
İsmine nazire yaparcasına uzmanından, üniformasına, eğitiminden teşkilat yapısına, rütbesinden nişanına kadar Batılı bir yapıya sahipti.
Böylesine köklü ve derin bir değişim başlamıştı.
Üstelik bu değişim sadece orduyla sınırlı kalmayacak, kurumlardan düşünce biçimine kadar devleti dönüştürecek, toplumun birçok kesiminde derinden hissedilecekti.
Zaten 19. Yüzyıl tüm dünyada değişim rüzgârlarının estiği bir dönemdi. Milliyetçilik akımları hızlanmış, milli hisleri coşturacak bağımsızlık alameti yeni simgeler doğmaya başlamıştı. Bayrak, arma, pul, madalya, üniforma gibi bu simgelerden biri de milli marşların doğuşuydu.
1825 yılında İngiltere’de uygulanmaya başlanan milli marş geleneği kısa zamanda diğer ülkelere sıçramıştı. Kapılarını sonuna kadar Batıya açan Osmanlının bu yeniliğe bigâne kalması zaten beklenemezdi.
Nitekim öyle oldu. Değişim döneminin sultanı II. Mahmut, yeniçeri ile birlikte mehterhaneleri de kapattı, yerine Muzıka-i Hümayûn’u kurdu.
Başına da İtalya’nın askerî bando şefi Giuseppe Donizetti’yi getirdi.
Ardından milli marş siparişi verdi.
Oysa zafer ve bağımsızlık alameti olarak marş çalınmasına Türk devlet geleneği yabancı değildi. Bu tarihten sekiz asır önce yazılan Divan-ı Lügat-ı Türk’te bile bununla ilgili bilgiler vardı.
Aynı şekilde Selçuklularda “nevbethane” denilen bir kurum olduğunu, bunun “mehterhane” olarak Osmanlıya geçtiğini, Selçuklu Sultanı III. Alaaddin Keykubat’ın Osman Gazi’ye beylik alameti olarak sancakla birlikte tuğ ve kös gönderdiği biliniyordu. Bu yüzden mehter marşı Osmanlının milli marşı gibiydi. Tüm dünyada Türk devletinin simgesi olarak görülüyor, birçok kaynakta Fatih dönemine kadar mehter marşı çalarken Osmanlı Sultanlarının Selçukluya hürmeten ayağa kalktığı yazıyordu.
Ne var ki değişimin yönü Batı olunca, milli marşın da Batılı formda olması arzulanmıştı.
Tarihimizde Donizetti Paşa olarak bilinen İtalyan müzik adamı, 1829 yılında Osmanlının ilk milli marşı olan “Mahmudiye Marşı”nı besteledi.
Sadrazam Paşanın imzasıyla, resmî törenlerde, kamu kurumlarında ve yabancı elçi kabullerinde bu marşın çalınacağına ilişkin resmî tebliğ yayınlandı. “Mahmudiye Marşı”, on bir yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğunun milli marşı olarak çalındı. Ondan sonra gelen Padişahlar kendi adlarına milli marşlar besteletip, bir iktidar alameti olarak bu geleneği devam ettirdiler. Böylece hutbe okutmak, para basmak gibi marş besteletmek de iktidarın göstergesi sayıldı.
Sultan II. Mahmut’un ardından tahta çıkan Abdülmecit Efendinin 22 yıllık iktidarı süresince gene Donizetti Paşa tarafından bestelenen “Mecidiye Marşı” çalındı.
Sultan Abdülaziz döneminin milli marşı olan “Aziziye Marşı”nı bir başka Batılı müzisyen olan Callisto Guatelli besteledi.
V. Murat’ın üç aylık padişahlık süresi yeni bir beste yapmak için yeterli gelmemiş olacak ki, “Mecidiye Marşı” ile idare edildi.
Sultan II. Abdülhamit Han, 1876’dan 1909’a kadar süren uzun iktidar döneminde kendi adına bestelettiği “Hamidiye Marşı”nı kullandı. Bestesi yerli bir müzik adamı olan Yesârizade Necip Paşa’ya aitti.
II. Abdülhamit’in yerine geçen Sultan V. Mehmet Reşat zamanında çalınan “Reşadiye Marşı”, İtalo Selvelli tarafından bestelendi.
Son Osmanlı Padişahı Vahdettin, yeni bir marş besteletmek yerine büyük dedesi II. Mahmut döneminin ürünü olan “Mahmudiye Marşı”nı kullanmayı tercih etti. 1922 yılına kadar çalınan bu marş, Osmanlının ilk ve aynı zamanda son milli marşı olarak tarihe geçti.
Mondros Mütarekesi sonrası yeni bir dönem başladı.
İşgale karşı direnişin yürütüldüğü bu dönemde milli heyecanı besleyip orduyu motive edecek yeni bir marş yazılması gündeme geldi. Bu karar, aynı zamanda Ankara Hükümetinin kendini İmparatorluktan kesin çizgilerle ayırdığını gösteren de bir işaretti.
................
18 Eylül 1920 tarihinde Maarif Vekili Rıza Nur imzasıyla valiliklere bir tamim gönderildi. Ardından Hakimiyet-i Milliye Gazetesinde şöyle bir ilan yayınlandı:
“Türk şairlerinin nazarı dikkatine!
Milletimizin dâhili ve harici istiklali uğruna girişmiş olduğu mücadelâtı ifade ve terennüm için İstiklal Marşı müsabakaya vaz edilmiştir. Memleketimizin bütün erbabı kalemini hizmete davet ederiz.”
İlanın devamında son başvuru tarihi olarak 23 Aralık 1920 tarihi gösteriliyor, gelen eserlerin Maarif Vekaletince kurulacak bir heyet tarafından değerlendirileceği ve seçilecek esere 500 Liralık mükafat verileceği söyleniyordu.
O günlerde 140 Liraya Ankara’da bir çiftlik alınabildiği düşünülünce ödülün büyüklüğü ve hükümetin bu işe ne kadar önem verdiği ortaya çıkıyordu.
Müsabakaya ülkenin dört bir yanından 724 şiir gönderildi. Şairler arasında Doktor Hüseyin Suat, Bursa Mebusu Muhittin Baha, Kemalettin Kamu, Mehmet Muhsin, Tunalı Hilmi, İskender Haki gibi tanınmış isimler vardı. Hatta Doğu Cephesi Komutanı Kazım Karabekir Paşa da bu şairlerden biriydi.
“Türk yılmaz” adını taşıyan şiirin güftesini yazmakla yetinmeyip bestesini de yapmış, notalarıyla birlikte Heyet-i Vekile Reisi Rauf Beye göndererek şöyle demiştir:
“Millet Bayramı şerefine bando ile çaldırdım. Beste dahi güfte ile münasebeti ve o derece kuvvetli olduğundan derhal taammüm etmiştir.”
Ne var ki Karabekir Paşa’nın şiiri dâhil gelen eserlerin hiçbiri takdir komisyonunu tatmin etmedi. Bu esnada Maarif Vekili değişmiş, Rıza Nur’un yerine Hamdullah Suphi Bey gelmişti. Ona göre bu şiiri yazacak kişi, “Çanakkale Destanı”, “Bülbül”, “Ordunun Duası” gibi unutulmaz eserlerin sahibi olan Burdur Mebusu Mehmet Akif Beyden başkası olamazdı. Ancak ikramiyeli bir işe girmeyeceğini biliyordu. Dostları tarafından yapılan ısrarlara, “Hayır” demişti. “Memleketin kurtuluşuna olan inancımı para mukabili söylemem!”
Hamdullah Bey, kısa ve zarif bir ikna mektubu yazdı:
“İstiklal Marşı için açılan müsabakaya iştirak buyurmamanızdaki sebebin izalesi için pek çok tedbirler vardır. Asil endişenizin icap ettiği ne varsa hepsini yaparız. Memleketi bu müessir telkin ve tehyiç vasıtasından mahrum bırakmamanızı rica eder, en derin hürmet ve muhabbetlerimi arz ederim efendim...”
Bundan sonrası Taceddin Dergâhına kalmıştı. Onun manevi havasına sığınan, paslı bir mangalla ısınmaya çalışan, küçücük pöstekisine diz çöküp inleyen, inanmış bir adamın yüreğine emanetti...
İstanbul kuşatılmış, Bursa düşmüş, Afyon, Uşak, Eskişehir işgal edilmişti. Ürkek, tedirgin, yoksul ve zor zamanlardı. Sakarya Harbine yedi ay, Büyük Taarruza daha on dokuz ay vardı.
Karanlığa inat kelimeler sökün etti. Dergâh duvarlarına kazınan mısralar, gecenin karanlığını aydınlatan niyazlar, çağlayan gibi aktı:
“Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet
Hakkıdır hakka tapan milletimin istiklal”
On gün içinde şiir tamamlanmıştı.
Hür ve müstakil son İslam ülkesine ait son İstiklal Marşı’nın, tarihi İslâm’a hizmetle geçmiş bir milletin ebedi niyazı olarak bir tekkede doğması kaderin güzel bir cilvesiydi.
Gazi Meclis’in huzuruna geldiğinde tarihler 12 Mart 1921’i gösteriyordu.
O gün Adnan (Adıvar) beyin başkanlığında toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi, Hasan Basri (Çantay) bey tarafından sunulan “Mehmet Akif Beye ait İstiklal Marşı şiirinin milli marş olarak kabulü” teklifini oy çokluğuyla kabul etti.
Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey, gür sesiyle Meclis kürsüsünden okuduğunda milletvekilleri tarafından tam dört kez ayakta alkışlandı.
Ve...
O günden bu yana bir asırdan fazla zaman geçti.
Kimi vakitler, kimi çevrelerce eleştiriler yapılmış, daha çağdaş bir marş yazılması yönünde sesler yükselmiş olsa da kahir ekseriyet onu hep sevdi, yürekten benimsedi. Şairin şu duasına yürekten amin dedi: “Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın!”
İstiklal Marşımızın kabulünün 104. Yılı Kutlu olsun...
Zekeriya Yıldız / Haber7
Yorumlar8