Hünkâr’ın gazabı
- GİRİŞ23.03.2025 09:21
- GÜNCELLEME24.03.2025 09:12
On Yedinci Yüzyılın başlarında Osmanlının büyük sıkıntıları vardı.
Sultan I. Ahmet’ten sonra akıl sağlığı yerinde olmayan Mustafa tahta çıkarılmış, üç ay sonra indirilip Genç Osman padişah ilan edilmiş, onu deviren askeri ihtilal Deli Mustafa’yı yeniden getirmiş, bir buçuk yıl dolmadan bir değişiklik daha olmuştu.
Tarih, 1623 yılının Eylül ayını gösteriyordu.
Yeni Padişah IV. Murat, 12 yaşında bir çocuktu. Nicedir düzen bozulmuş, sipahi ve yeniçeri ocakları eşkıya yatağı olmuştu. İdare, saray kadınları ile ihtiraslı paşaların elinde oyuncağa dönmüştü. Devlet, zorbanın elindeydi. Ayak takımının başı çektiği korkunç bir anarşi dönemi yaşanıyordu.
Evliya Çelebi, vaziyeti şöyle tasvir etmişti:
“Zorbalar her yerdeydi. Ehli namus insanlar hamamlara, çarşıya, pazara çıkamazdı. Falan ağanın hanesini basalım diye alenen konuşulurdu.”
İktisadî şartlar da ağırdı. Beş yılda dört kez gerçekleşen taht değişikliği hazineyi boşaltmış, geçim dara düşmüştü.
Anadolu’nun dört bir yanında fitne zuhur etmiş, Rumeli yollarını, derbentlerini eşkıya tutmuştu. Abaza Mehmet Paşa, Genç Osman’ın kan davasını bahane ederek isyan bayrağı açmış, Bekir Subaşı adında bir serseri Bağdat’ı elden çıkarmıştı. Kazak korsanlar Karadeniz’den İstanbul Boğazına kadar inmiş, Sarıyer ve Yeniköy’ü yağma etmişlerdi.
Bu başıbozukluğun bir an önce sona ermesi, devletin inhilalden kurtarılması gerekiyordu. Ne var ki Padişah henüz bunları anlayacak yaşta değildi. Çocukluktan çıkması, yalpalayan devlet gemisinin dümenine geçip fesat yuvalarının başına demir bir yumruk gibi inmesi için aradan dokuz yıl geçmesi gerekecekti.
Ta ki, 1632 yılının Ramazan ayına kadar...
................
Çıktığı Şark seferinde başarısız olan Sadrazam Hüsrev Paşa azledilmiş, yerine Hafız Paşa getirilmişti. Vezirlerden Topal Recep Paşanın bu makamda gözü vardı. Hüsrev’in haksızlığa uğradığını bahane ederek 1632 yılının Şubat ayında yeniçeri ve sipahileri ayaklandırdı. Başkent kısa zamanda isyancıların kontrolüne geçti. Sokaklar boşaldı, çarşılar kapandı. Saraya hücum edildi. Padişah ayak divanına çağrıldı. “Hüsrev Paşa gibi heybetli bir veziri azlettiren adamları bize ver, paralayalım” dediler. Sadrazam Hafız Paşa ve Şeyhülislam Yahya Efendinin de içinde olduğu on yedi devlet adamının kendilerine verilmesini istediler. Hafız Paşa, “Padişahım beni sen katletme, bu zalimler şehit etsinler” diyerek isyancıların üzerine atıldı. Oracıkta parça parça edildi.
Genç Osman vakasındaki rüzgârın esintisi henüz dinmemiş, dönme taifesinin acımasızlığı unutulmamıştı. Padişah, Topal Recep Paşaya sadrazamlık mührünü vermeye mecbur oldu. İsyancılar dağıldı, ortalık bu kanlı hadisenin ardından bir müddet yatışır gibi olduysa da bir ay sonra yeniden alevlendi.
Sebep yine Hüsrev Paşaydı.
Azilden sonra da rahat durmayıp başkaldırıya kalkınca oturmakta olduğu Tokat’ta idam edilmiş, kesik başı İstanbul’a getirilmişti.
12 Mart Cuma günü aynı görüntüler yaşandı. İsyancılar yine sarayı bastılar, yine Padişahı ayak divanına mecbur ettiler, yine isimler verip yine idamlar istediler.
Hatta daha ileriye gidip Padişahı tehdit ettiler.
“Hüsrev Paşaya kıydığın gibi Şehzadelere de kıyarsın” dediler. Onları çıkarıp göstermesini istediler. “Dediklerimizi yapmazsan sen bize lazım değilsin” diye bağırdılar.
Beyazıt, Süleyman, Kasım ve İbrahim... Dört şehzade, Babüssaade’den çıkarılıp ihtilalcilere gösterildi. Bu defa da onlara zarar gelmeyeceğine dair kefil istediler. Padişah’ın suikasta uğramasından korkan Şeyhülislam Ahizade Efendi kefaleti üstlendi.
Payitahtın zorbalığa teslim olduğu o soğuk ve karlı Mart günü mıh gibi çakılıp kaldı. Elem dolu bir hatıra olarak Osmanlı tarihine geçti.
Ayak divanı bitti. ihtilalciler şehrin dört bir yanına dağıldılar. Hüsrev Paşaya mukabil üç kişinin başını istemişlerdi: Başdefterdar Mustafa Paşa, Yeniçeri Ağası Hasan Halife, Musahip Musa Çelebi... Üçünü de gizlendikleri yerlerde bulup feci şekilde öldürdüler. Cesetlerini çırılçıplak soyup At Meydanındaki çınarların altına attılar.
Asıl ıstırap bundan sonra başladı. Koca imparatorluğun başkenti bir aydan fazla süreyle misli görülmemiş bir teröre şahit oldu.
Üstelik Ramazan ayı gelmişti...
Tarihçi Naima, 1632 yılının mübarek ayında yaşananları şöyle yazacaktı:
“Vaktâ ki Şaban ayı tamam olup Ramazan-ı şerif geldi. Eşkıya ve şeytan tabiatlı reziller, sipahi kılığında çoğalıp İstanbul gecelerinde uğursuzluk saçtılar. Güruh güruh silahlı olup Ramazan geceleri işret ile kabahatler ettiler. Acayip heykeller düzüp, mahyalar yapıp davul ve zurna ile Allah Allah deyu nara ve sedalarla her gece meşaleler yakıp çarşı ve mahalleleri baştan sona gezdiler. Halktan seyir ve temaşa akçesi topladılar. Vezirler, ulema ve erkân ve ekâbir ve zenginlerin kapılarına dayanıp, davul ve nakkare ile oynatıp zorla çuha, kumaş, para ve akçe aldılar.
Şöyle ki her güruh, yüz kuruşla kanaat etmeyip bin kuruşa ve daha ziyade miktara varıncaya kadar hane sahibinin rütbesine göre para istediler. Az şey teklif olunup yahut geciktirilecek olduğunda meşaleleri balkona kaldırıp ‘şu kadar para ve şu kadar kumaş tiz getirin! Ve illa evinizi yakarız’ diye tehdit edip, saçakları meşalelerle tutuşturdular.
Ol güruh geçtiği gibi başka bir güruh daha gelip aynı şekilde haklardı.
Vezirler, ümera, vükela ve kazaskerler ve diğer zenginlerden istedikleri kadar mal ve para aldıktan maada, diğer sade kimselerin evlerine bile varıp bu surette mal alıp, Ramazan-ı Şerif sonuna kadar kötülük etmekten geri kalmadılar.
Reziller ve ayak takımı bu yoldan büyük servete malik oldular. Ramazan bayramı geldi. Bu defa geniş sokaklarda yer yer salıncaklar kurup tekrar sızdırmak sevdasıyla devlet ve memleket büyüklerini bal mumlarıyla düğüne davet eder gibi, salıncağa davet ettiler. Pek çok mal ve para aldılar. Salıncaklara yük yük çuha ve kumaş topları gitti. Kendi isteğiyle istedikleri kadar göndermeyenden varıp zorla aldılar.
Bu reziller ve edepsiz cahiller, Ramazan günleri oruç bozup, yiyip, tütün içip ve türlü kötülükler irtikâp ettiler. Kimse onları menetmeğe muktedir olamadı. Açıktan meclis kurup, oyun aletleri ile oynayıp, içip, sokaklarda avrete ve oğlana taarruz etmek gibi rezillikler yaptılar ki, anlatılmaz...
Bayram günleri sona erdikten sonra ulufelerini alıp, nice mekruh yollarla mal toplayıp, pabuç almaya kudreti olmayan ayak takımı ve ırgat iken, katar ve yular sahibi ağalar haline gelip, her biri makamlı makamlarını özleyip yerlerine dağıldılar.”
Ünlü tarihçinin de yazdığı gibi karışıklık bayramdan sonra ancak durulmuş, isyancılar topladıkları ganimetlerle köşelerine çekilmiş, ortalık isyanın elebaşlarına kalmıştı.
Bayram sonrası yeni bir dönemin başlangıcıydı.
IV. Murat, yaşadıklarının etkisiyle birden bire büyüyecek, düzeni baştan sona değiştiren güçlü bir hünkâra dönüşecekti. İstanbul’u teröre boğan bunca olayın hıncı ve öfkesiyle demir eldivenlerini giyip idareyi eline aldı. İlk işi Sadrazam Topal Recep Paşayı huzurda boğdurmak oldu. Ardından İncili Köşkün önünde büyük bir ayak divanı kurdu. Devlet erkânını, ulemayı, yeniçeri zabitlerini ve sipahi ocağının kocalarını topladığı bu divana kalabalık bir halk topluluğu da çağırmıştı. Divanda, etkili bir nutuk irat etti. Geçen vakaları, Ramazan ayında yaşanan melanetleri, asi ve şakilerin küstahlıklarını hatırlattı. Onlara tahammülün kalmadığını söyledi. Ayetler, hadisler okudu. Ocak ağalarını mutlak surette itaate ve içlerindeki zorbaları teslime davet etti.
Kabul ettiler. Mushaflar getirildi. Kur’ân-ı Kerim üzerine el basılıp yeminler edildi:
“Her bâr ki Saadetlü Padişahımız bir zalimi ahze mabeynimizden her kime ferman ederse varıp emri üzre hakkından gelmezsek, Allâh-u Tealanun ve Peygamberimizin, cemî-i melâike ve Ümmet-i Muhammedün la’neti ocağımızın üzerine olsun.”
Taahhütler resmi bir varaka haline getirildi. Kâğıda dökülüp tescillendi. Ocak ağalarına, ulema ve vezirlere mühürletildi.
Ardından simalarını zihnine kazıyıp isimlerini defterlettiği isyancıları tek tek toplattı. Kiminin başını vurdurdu, kimini taş dolu çuvallarla denize attırdı. Yeniçeri ve sipahi ocaklarında örgütlenmiş zorbalara karşı amansız bir savaş açtı. Filmlere konu olan acımasızlığıyla yeni bir düzen kurdu.
Vezirini isyancılara teslim eden suskun ve çaresiz bir çocuk sultandan Revan ve Bağdat fatihi kahhar bir padişaha böyle dönüştü.
Yorumlar11