Cephede bayram sabahı...
- GİRİŞ30.03.2025 09:18
- GÜNCELLEME30.03.2025 13:28
1915 yılının Ramazan Bayramı, bir ölüm-kalım savaşının tam ortasına rast gelmişti.
Dünya Harbinin değirmen gibi insan öğüttüğü günlerdi.
Düşman kuvvetler, gemileriyle geçemediği Çanakkale Boğazına karadan çıkartma yapmıştı. Anadolu’nun savaş yorgunu çocukları dünyanın en güçlü, en donanımlı ordularına karşı etten duvar örmüş, bombaların hallaç pamuğu gibi savurduğu Gelibolu sırtlarında canlarını dişlerine takıp vatan savunmasına durmuştu. Gökten ateş yağıyor, yerden ölüm fışkırıyordu.
Üstelik zor bir Ramazan geçirilmişti.
Mübarek ay, yazın en sıcak günlerinin yaşandığı Temmuz ayının ortalarında başlamış, kavurucu sıcakların altında meşakkatli oruçlar tutulmuş, iftarlar siperlerde açılmıştı.
Şeyhülislam Ürgüplü Hayri Efendi, savaşan askerlerin oruçla mükellef olmadıklarına dair bir fetva yayınlayıp vatan savunmasıyla en büyük dini vecibenin yerine getirildiğini söylese de çoğu asker orucunu tutmuştu.
Bu askerlerden biri, siperde açtığı iftarı, kızına yazdığı mektubunda şöyle anlatmıştı:
“Benim güzel kızım,
Bugün Ramazan’ın ikinci günü... Şeyhülislam Efendi oruç tutmayabilirsiniz diye fetva yayınlamış. Yine de içim rahat etmedi. Oruca niyetlendim. Gündüz yeni siperler kazdık. Hiç susamadım. Yoğun bombardıman oldu. Kafamızı çıkaramadık. Akşam olunca bir asker ezan okudu. Siperin içinde matara elden ele dolaştı. Herkes orucunu açtı. Ben zannettim ki sadece ben oruçluyum. Meğer bölüğün hepsi oruçluymuş. Matara en son bana geldi. O gün oruç haliyle şehit olan Erzurumlu, Darendeli ve Yeniceli’nin hakkını nasıl öderim diye gözyaşı döktüm.”
Takvimler 12 Ağustos Perşembeyi gösteriyordu...
Tanyeri salalarla ağarırken tepeleri, vadileri uhrevi bir hava sarmış, siperler derin bir sükûta gömülmüştü.
O gün Ramazan bayramının ilk günüydü.
Birçokları için hayatın son günü olsa da bayramdı...
Kıyafetlerin tozları silkelendi, imkânlar dâhilinde tıraşlar olundu, boy abdestleri alındı.
Ocaklar çoktan çatılmış, kazanlar kaynamaya başlamıştı. Cephede ilk kez etli bir yemek yapılıyordu. Yemeğin yanında safrani ismi verilen bir tatlı, kuru incir ve kuru üzüm ikram edilecekti. Birçok birlikte bayram namazları kılınıp zafer duaları edildi. Hutbeler kısa tutulmuş, askerlerin önemli bir bölümü siperlerde bırakılıp ani bir saldırıya karşı hazırda bekletilmişti.
Birkaç gündür yoğunlaşan hava keşifleri ve yığınaklardaki hareketlilik yeni bir taarruzun başlayacağını gösteriyordu.
Bayram yemeğinden sonra 57. Alay Kumandanı Yarbay Avni Bey, gözetleme kulesine doğru yürüyordu. Mahzun bakışlarını denize doğru dikmişti. Yanı başındaki yavere, kısık bir sesle şöyle dedi:
“Evimden bir mektup geldi. Çocuklarım bu savaşın daha ne kadar süreceğini soruyorlar. Geçen yıl bayramı birlikte geçirmiştik, bu yıl da bayramda babalarının yanlarında olmasını istediklerini, bensiz ne kadar mükedder olduklarını yazmışlar...”
Ardından yoğun bir bombardıman başladı.
“Silindir ateşi” denilen bombardımanlar yedi-sekiz saat sürerdi. O gün de öyle oldu. Siperlere zeminlikler ve duvarlar kazılıp “mahfuz mahal” denilen topraktan kovuklar yapılmıştı. Bombalar ıslık çalarak üstlerinden geçiyor, siperler sarsılıyor, her tarafa toprak yağıyordu.
İhtiyat zabiti Münim Mustafa, harpten sonra yayınlanan hatıralarında o günü şöyle yazacaktı:
“İngilizler her nedense pek sinirliydiler. Bizim dini bayramımızı bildikleri için güya maneviyatımızı sarsmak için büyük taarruz gününde yaptıkları topçu ateşine benzer bir bombardımana başladılar. Bunlara alışık olduğumuz için pek aldırış etmiyorduk. Bir aralık ateş hafiflemişti. Herkes birbiriyle bayramlaşmaya başladı. Eller sıkılarak tebrikler yapılırken muhayyilemizde ailelerimizle geçirdiğimiz eski bayramların hayali vardı. İstanbul’dan bayram paketleri gönderilmiş. Bir aralık bu paketler siperlerimize atıldı. Muhtelif renkte kutular içerisinde çikolatalar, şekerlemeler, pasta ve bisküviler ortalığa saçıldı. O an adeta bir çocuk neşesi hissettim. Kendimi küçülmüş, babamın yanında oynadığım zamanlara dönmüş zannettim.”
Bir diğer zabitimiz Behzat Kerim Efendi de aynı günün akşamı kendisiyle görüşen Harp Mecmuası muhabirine hislerini dile getirdi:
“İstanbul’dan çok uzaktayım. Hiç görmediğim sevgili anacığımın Merkez Efendi’deki asude mezarını düşünüyorum. Babamın ayrılık anında gizleye gizleye nurlu çehresinden akıttığı mebzul yaşları, Nebîha’nın kadınca coşkunluklarını, hatta sevgili yavrumun veda selamı yollar gibi ağzından dökülen hüzünlü sözleri... Gelecek bayram yanlarında olur muyum?”
O yılın Ramazan bayramı, cephelerin olduğu gibi cephe gerisinin de ateşle ve yoklukla sınandığı günlerdi. Seferberliğin ağır şartları, Anadolu’nun her ocağına, Osmanlı coğrafyasının her köşesine sinmiş, hüzünlü bir bayram yaşanmıştı. Herkesin gözü kulağı cepheden gelecek haberdeydi. Siperlerde her evden bir can vardı.
Hilal-i Ahmer Cemiyeti, bayramın birinci gününü çiçek günü ilan etmişti. Cephedeki askerlerin ihtiyaçları ve geride kalan eşleri ve çocuklarına yardım amacıyla çiçek şeklinde rozetler yaparak satışa sunmuştu.
Cemiyetin yayın organında bununla ilgili şöyle bir açıklama yayınlanmıştı:
“Vatandaşlar! Gittik, gördük. Bütün Gelibolu yarımadası bir fedakârlık vatanı olmuş. Borcumuzu ödemek sırası gelinceye kadar, vatanın büyük aşkıyla yanan göğüslerimizi Hilal-i Ahmer çiçekleriyle süsleyelim.
Bu bayram günü, Hilal-i Ahmer’in çiçek günüdür. Hilal-i Ahmer çiçeğinin neye delalet ve muavenet ettiğini bilmeyecek, bu çiçeği göğsünde hürmet ve muhabbetle taşımayacak bir Osmanlı yoktur.
Beyaz sinelerimizde bir hilal gibi taşıyacağımız bu çiçekler sargı olacak, ilaç olacak, gıda olacak. İstanbul kapılarını bekleyen yaralı askerlerimiz bunlarla şifa bulacak. Eğer göğsünün üstünde bu şefkat baharının mübarek çiçeğini taşımaya tahammül edemeyecek varsa; büyük Fatih’in türbesi gayz ve gazabıyla yerinden fırlasın!”
.........
Bayram sabahını çocuklarından gelen mektubun hüznüyle karşılayan 57. Alay Kumandanı Yarbay Avni Bey, bayramın ikinci günü şehit oldu.
İhtiyat Zabiti Münim Mustafa, bir sonraki Ramazan Bayramında Kafkas Cephesindeki Muş Harekâtındaydı.
Behzat Kerim Efendi bir daha ailesini göremedi... Merkez Efendide yatan annesinin yanına şehit olarak döndü...
Göğüslerine Hilal-i Ahmer çiçeği asmış insanlar, sokakları sessiz bir gururla dolaşmaya sonraki bayramlarda da devam ettiler.
............
Bugünkü bayramlar için kendi bayramlarını feda edenlere bin rahmet...
Bayramınız bayram olsun.
Mübarek olsun...
Zekeriya Yıldız / Haber7
Yorumlar32