Millî Eğitim Bakanlığı tam kadro sahada
- GİRİŞ13.06.2024 09:02
- GÜNCELLEME16.06.2024 09:36
Kültür ve medeniyet değerlerimizin ırağına düştüğümüzden beri birey ve toplum olarak şiddetli savrulmalar yaşıyoruz.
Maddi ve manevi değerlerimizin ördüğü sosyal yapımız günden güne çözülmeye, insanımızı iyilik ve güzellikten yana sarıp sarmalayan toplum dokumuz bozulmaya ve çocuklarımıza şefkat yurdu olan aile kurumumuz dağılmaya başladı. Dünya toplumlarını avucuna alan hâkim anlayışın tek derdi ise bütün kurum ve kuruluşlarıyla insanı haz ve hız tezgahında tüketim kölesi haline dönüştürmekten ibaret.
Aileler olarak kaygılıyız. Bu yüzden hepimizin en büyük derdi çocuklarımıza nasıl bir dünya bırakacağımız.
Biricik evlatlarımızın başarılı olmasını her şeyden çok arzuluyoruz. Bütün imkanlarımızı onların önüne seriyoruz. Onlara gösterdiğimiz hedef, toplumsal konumda hızla üst seviyelere tırmanmak. Bu sayede daha kudretli olmalarını temin ederek dünya nimetlerinden daha fazla faydalanmalarının önünü açmak istiyoruz. Ne var ki bu sırada kendimize sormayı unuttuğumuz bazı hususlar var. Acaba dünyanın asıl ihtiyacı çok başarılı insanlar mı? Dünyamızın her tarafı fetheden, keşfeden insan modeline mi yoksa tabiatı koruyup destekleyen, hayatın içindeki renk ve desenleri koruyan insana mı ihtiyacı var? Aleksandr Soljenitsin, Yirmi Birinci Yüzyıl Şafağında Önceki Gecenin Düşünceleri adlı eserinde bu suallere çok çarpıcı bir cevap verir;
“Gözden kaçırdığımız ve yeni farkına vardığımız bir ayrıntı; sınırsız ilerlemenin, bizim gezegenimizdeki sınırlı kaynaklarla olamayacağıdır. Doğanın fethedilmekten çok desteklenmeye ihtiyacı var. Biz ise, bize tahsis edilen çevreyi başarıyla yiyip bitirmekten başka bir şey yapmıyoruz…”
Bu günlerde Batı dünyasının İsrail ve Ukrayna özelinde yaşamakta olduğu krizler, insani anlamda dünya toplumlarına hâkim olan ana yaklaşımın hızla çatırdamakta olduğunu gözler önüne seriyor.
Bugün özellikle Gazze’de yaşanan insani trajedi bir yandan hâkim ideolojinin ademoğluna yaklaşımdaki sahtekarlığı, ikiyüzlülüğü ve çifte standardı gün yüzüne çıkarırken diğer yandan ise insanlığı derin bir anlam arayışına itiyor. Dini, dili ve rengine bakmaksızın vicdanı olan herkes canlı yayında dünyanın gözü önünde yaşanan bu soykırım karşısında Batı’nın ikircikli tutumundan utanıyor, nefret ediyor ve dahi tiksiniyor. Bu yüzden Gazze’de Katil İsrail eliyle yerle bir edilen her ne kadar masum insanların barınakları ve hayalleri görünse de aslında orada enkazın altında kalan asıl şey Batı’nın bütün insanlığa dayattığı sahte değerlerdir. Bugüne kadar bütün inanların hayranlıkla baktığı ve öykündüğü bu değerler sistemi, son nefesini veren Gazze’li masum bebeklerle, şehadet şerbetini içen onurlu kadınlarla ve cesurca Rabbine kavuşan her kahramanla birlikte eriyor ve sona eriyor.
Demek ki dünyanın başarılı insandan daha çok, sevgi ve merhamet taşıyan insana ihtiyacı var.
Batılı eğitim modelleriyle destursuz bağa girer gibi bizim dünyamıza dahil olup çocuklarımızın zihin ve gönüllerini istila eden başarı kavramı, nesillerimizin kendi kültür ve medeniyet havzasından uzaklaşmasını sağlamanın yanında onların Batı hayranı olarak yetişmelerine de yol açtı.
Daha büyük başarı hedefi bizim nesillerimizde iyiliği çoğaltmadı. Merhameti beslemedi. Sevgiyi artırmadı. Yardımseverliği, nezaketi, cömertliği, letafeti ve estetik duyguları coşturmadı. Aksine sevgi ve merhamete dair gönlü diri tutan ne kadar haslet varsa onları yerle yeksan etmeye kurulu bir saat gibi işleyip durdu. Çocuklarımız yarış atı misali birbirini geçebilmek için her yolu mübah görmeye başlayınca bütün değerlerinden uzaklaştılar. Bu süreçte bilgiyi kendi menfaatlerinden soyutlayıp dünyanın hayrına kullanmaya fırsat dahi bulamadılar. Öğretilmiş ezberlerle tabiatı fethetme ideali gütmekten azat olup kendi nefislerini kontrol edebilme erdemine ulaşamadılar.
Millî Eğitim Bakanlığı dünyada yaşanan bu büyük insani krizi iyi fark etmiş olacak ki henüz beş yıl önce yenilendiğine bakmaksızın yeni bir müfredat değişikliğine gitti. Uzun ve yoğun çalışmalar neticesinde “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” adı altında oluşturduğu yeni müfredat taslağını kamuoyuyla paylaşıp tartıştırdıktan sonra bu taslağa son şeklini vererek onayladı.
Şimdilerde Millî Eğitim Bakanlığı yetkilileri tam kadro sahada. Hummalı bir çalışma içindeler. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli eğitici eğitimi kursları düzenleyerek her branştan öğretmene bu müfredatı tanıtmanın gayretine yoğunlaşmış durumdalar. Öyle ki bayram-seyran dinlemeden sürdürüyorlar bu önemli çalışmayı ve Anadolu’nun her bir köşesinden gelen öğretmenleri yoğun bir eğitimden geçiriyorlar. Biz de bu eğitime katılmak için halkaya dahil olanlardanız. Beş gün boyunca 09.00 ile 17.30 saatleri arasında akademisyen ve uzmanlar tarafından yoğun bir müfredat okur-yazarlığı bombardımanına tabi tutulduk. Boş vakitlerde yol arkadaşım kalem ve kelam erbabı dostum Mustafa Şerbetçi ve oda arkadaşımız Diyadin’in yağız delikanlısı Cihan Akçay kardeşimizle keyifli gönül sohbetleri yapma fırsatı bulduk. Pek çok dostla görüştük, güzel insanlar tanıdık.
Her şeyden önce eğitim yöneticilerimizin dünyada yaşanan değişimlere kayıtsız kalmayıp tavır geliştirmeleri geleceğimiz adına ümit vericidir.
Yeni müfredat ‘‘Köklerden Geleceğe’’ mottosuyla başlıyor ve eğitimi “bir ayağı geçmişte duran diğer ayağı insanlığın geleceğine ufuklar açan bir kapı” olarak tanımlıyor. Temelinin milletimizin değerlerine dayandığının açıkça ifade edildiği Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli; öğrenci profili, beceriler çerçevesi, erdem-değer-eylem modeli, sistem okuryazarlığı, alana ait bilgi kümeleri bileşenlerinden oluşan bütüncül bir model” olarak sunuluyor. Bu sistemle hedeflenen öğrenci modeli ise şöyle tanımlanıyor;
“Yalnızca medeniyete uyum sağlayan bir nesil değil, etkin olarak medeniyet kurucusu ve geliştiricisi bilge nesiller yetiştirmeyi hedefleyen eğitim felsefemiz doğrultusunda ahlaklı, erdemli, milleti ve insanlık için iyi, doğru, faydalı ve güzel olanı yapmayı ideal edinmiş bir öğrenci profili…”
Yeni müfredat beceri temelli bir yaklaşımı esas alıyor. Çocuklarımızın erdemli bireyler olarak yetişmelerini önemsiyor. Onların içindeki gizli yetenekleri ortaya çıkarmayı hedefliyor.
Biz biliyoruz ki çocuklarımız sağlıklı beslenip geliştikçe toplumumuz da serpilecek ve geleceğimiz daha sağlıklı ve güvende olacak. Öyle ya çocuklarımıza nasıl bir dünya bıraktığımızı önemsediğimiz kadar dünyaya nasıl çocuklar bırakacağımızı da önemseme zorunluluğumuz var. Sizce de öyle değil mi?
Kalın sağlıcakla efendim.
Mürsel GÜNDOĞDU / Haber7
murselgundogdu@gmail.com
Yorumlar13