Irak ve Suriye’yi Yazmadan Önce Ortadoğu’ya Dair Çeşitli Meseleler
- GİRİŞ26.08.2024 09:28
- GÜNCELLEME26.08.2024 09:34
Dünyanın uzak köşesinde olan bir küçük olayın bile diğer köşesinde etkiye sahip olduğunu biliriz. Ancak, bazı neden sonuç ilişkileri daha yakın bir keyfiyettedir. Irak ve Suriye’yi yazmak da öyle. Irak ve Suriye’yi anlamaya başlamak için önce bölgeyi coğrafi anlamda tanımlamak gerekmektedir. Bilahare bölgenin ve her yerel biriminin (Ülkelerin) tarihi, beşeri, siyasi ve ticari tanımlarını kavramak zorunluluğu doğmaktadır. Zira bilahare göreceğimiz gibi bölgedeki herhangi bir devletle olan ilişkilerimizde veya o devlette yürütülen faaliyetlerimizde hiç beklemediğimiz bir başka devletin, topluluğun, milletin veya gücün müdahalesi ile karşılaşmak mümkündür ve vâkidir. Bir de bu bölgedeki sınırların adeta cetvel ile sömürgeci güçler tarafından çizildiğini, gerçek sınırlar olmadığını hatırlarsak ilk önce sınır çizenleri de güncelleyerek bölgesel bir yaklaşım üretmemiz gerektiği açıktır.
Ortadoğu Sınırlarının Değişkenliği ve Belirsizliği nedeniyle
Karacaoğlan’ın meşhur şiirini hatırlayalım:
“Nasıl methedeyim sevdiğim seni
İstanbul Bursa'yı değer gözlerin” dedikten sonra
“Karsı Ardahan'ı Erzurum Van'ı
Belh-i Buhara'yı değer gözlerin” ve ardından da “Bağdat'ı Basra'yı Acem Şiraz'ı/ Büsbütün dünyayı değer gözlerin.” diyerek kendisi şairane dünyasının sınırlarını çizmektedir.
Karacaoğlan'ın bu efsanevi gazelini bir kenara bırakırsak, bu tarif aslında bize o dönemde bile bütünleşmiş coğrafyanın şehirlerini ve sınırlarını belirlemektedir. Dolayısıyla bugünün ulaşım ve iletişim imkanları ile diğer güç pratikleri ve ilişkileri hesaba katılırsa sosyal, siyasi, ekonomik ve askeri coğrafyanın sınırlarını daha da genişletmek mümkündür. Bu alanlara ilişkin her devlet tasarrufunun bu geniş coğrafyayı içine alacak bir işletim sistemiyle gerçekleştirilmesi elzemdir.
Kuşkusuz sınırlar zamanın ihtiyaçlarına, güçlerine ve ilişkilerine göre çizilirler. Tarihin ilk zamanlarında olsaydık Ortadoğu olarak Sümer Mezopotamya’sını İran’ı ve Hindistan’ın Bahteriya bölgesini birlikte düşünürdük. Aşağıya inmeyi düşünmezdik. Nitekim Asur kralı Mısır’a indiğinde coğrafya farkını “Bu ülkede nehirler tersine akıyor! (Yani Dicle ve Fırat’a ters istikamette Güneyden Kuzeye akıyor)” şeklinde ifade etmiştir. Ortaçağ dünyasında ise büyük güçler bölge için farklı konumlar yaratmışlardır. Mesela Doğu Roma Bizans için İstanbul doğu değildir, imparatorluğun dolayısıyla dünyanın merkezidir. Ancak, coğrafi keşifler sonrası özellikle de Avrupalı Güçlerin saldırgan ve sömürgeci politik dillerinde Avrupa merkezci kavramlar kullanılmaya başlanmıştır. Avrupa’ya göre Doğu ve Uzak Doğu, Avrupa’ya göre Asya ve Ön Asya, Yakın Doğu, vs. Ortadoğu kavramını ticari limanları, kolonileri olan güçler tarafından farklı farklı algılanmıştır.
Mesela Fenikeliler ve çok daha sonra Kartacalılar için jeopolitik “Mare Nostrum”yani Akdeniz havzasında kurulur. Akdeniz kıyılarındaki şehirler ve bölgeler özel önem kazanırlar, biçimlenirler, Levant gibi. Kartaca için ise Kuzey Afrika şehirleri ticari merkezlerdir, ancak Kuzeydeki simetrik şehirler ve bölgeler olmadan bir hakimiyet kurulamaz. İslam ise bambaşka bir konsept getirmiştir bölgeye: “Allah Doğunun ve Batının Rabbidir”. Bu daha büyük bir dünya tasavvurudur. Öz olarak söylersek tarihte birçok farklı gücün jeopolitik uzantısı olmuştur Ortadoğu. Nitekim günümüze gelen süreçte İngiltere ve ABD’nin Ortadoğu tasavvuru küresel güç stratejisinin bir ürünüdür. Bu stratejiye göre genişlemekte, mihenk noktaları değişmekte ve büzülmektedir. Mesela ABD kurumlarına göre Ortadoğu’yu Kuzey Afrika ile birlikte düşünmek gerekir, MENA (Midlle-East and Nord Africa ) kavramı birlikte kullanılmaktadır.
Coğrafi keşiflerden sonra önem kazanan Hint Okyanusu ve kıyısındaki Ortadoğu bölgeleri/ şehirleri / körfezleri ticaret yollarının güvenliğine ilaveten 20. Yüzyılda petrolün vazgeçilmez bir enerji ve sanayii hammaddesi olmasıyla daha da önem kazanmışlardır. Tabi ki bu bölgeler üzerindeki güç mücadelesi de daha kanlı ve dehşetli bir mahiyet kazanmıştır.
İçinde bulunduğumuz şartlarda küresel dengeler yeniden şekillenirken, bölgeye müdahil olan güçlerin sayısı ve keyfiyetleri de değişmektedir. Bunun bölgenin iç yapısını ve dış sınırlarını etkilediğini görmek mümkündür.
BEŞERİ COĞRAFYASININ BENZERLİK İÇİNDE FARKLILIĞI
Ortadoğu coğrafyasının geniş kısmında Arapça konuşan nüfus yaşamaktadır. Arap olmayan nüfus ise Ortadoğu kültürünün birçok özelliğini taşımaktadır. Ancak, tarihsel olarak bu coğrafyanın büyük güçlerin uzantısı veya gelip geçtiği bir yer olması hem de köklü kültür ve inançların çoğunlukla bu coğrafyada doğmuş olması nedeniyle Arap nüfusun bile mütecanis (Homojen) olduğu söylenemez. Rahmetli Ömer Nasuhi Bilmen Arapları dört ayrı kategoride mütalaa ederdi. Bugün bu kategorilerin bile alt kategorilere bölündüğünü söylemek yanlış olmayacaktır. Bunun da üzerine bölgenin güçlü devletleri olan Türkiye, İran ve Mısır’da farklı ve kadim kültürlere sahip bir beşeri kaynak mevcuttur. Modern çağlardaki oluşumlarına bakarak diyebiliriz ki, bu devletlerin organizasyon biçimleri de hem köklü hem de farklıdır, her biri ayrı ayrı özelliklere sahiptir.
Ortak benzerlik içinde farklılıklar meselesini ciddiye almalıyız. Zira bazı açılardan risklere açık bir durumdur bu: Birincisi, birbirine benzer ama farklılık taşıyan bu iç içe geçmiş toplumlarda bizatihi kendi içlerinde birbirlerine karşı sonra da farklılık taşıyan komşularına karşı derin bir güvensizlik duygusu hakimdir. Bu da toplumlar arası ciddi çatışmalara yol açmaktadır. Ayrıca, sosyal hayatta bile ayrışan bir yapı ile karşılaşmak olasıdır. Mesela müşterek şehir kültürü bile oluşamamakta; aileler, aşiretler veya inanç grupları sosyal, ekonomik, siyasi hatta gündelik yaşam açısından bile kendi içlerinde dışa kapalı duvarlar arkasında yaşamaktadırlar. Ortak bir yaşam kültürü geliştirilememektedir. Mesela mahalleler ayrı olduğu gibi bazı yerlerde geniş aile ve inanç gruplarının yaşadığı evler bile birbirine açık ancak dışarıya kapalı bir yapıdadırlar. İkincisi, Benzerlik içinde farklılık mikro grupları bile parçalamakta, bireyleri hiçbir ortak paydaya güven duyamayan bir karakterin sahibi yapmaktadır. Bugün ne yazık ki, Ortadoğulu toplumlar düşman veya kendilerine uzak tanımladıkları devletler ve güçlerle ve toplumlarla ilişki kurabilmekte ancak birbirlerine güvenememektedirler, bu ontolojik güvensizlik sorunsalı ciddi ve aşılması gereken bir sorundur. Üçüncüsü, benzerlik içinde farklılık taşıyan bu topluluklar arasında sürekli bir hakimiyet ve diğerinin alanına sahip olmak arzusu taşımaktadırlar. Bu da iç kavgaların, çatışmaların durmaması anlamına gelmektedir. Kısmen benzerlik taşıdıkları için de beşeri dengeler sık sık yer değiştirmektedir, istikrarsız geçişkenlikler söz konusu olmaktadır. Nüfusun benzerlik taşımasının genç ulus devlet yönetici ve elitlerinde yarattığı diğer bir kaygı egemenliğin kolay el değiştirilebileceği kaygısıdır. Bu da onları halklarına ve komşularına ve muhtemel veya olması gereken müttefiklerine/ortaklarına karşı güvensiz yapmaktadır.
BÖLGENİN VE HER ÜLKENİN İÇİNDEKİ PARÇALANMIŞ YEREL BİRİMLER
Ortadoğu ülkeleri içinde bazı küçük devletler hariç bir şekilde parçalanmamış devlet sanırım yoktur. Bir kere savaş bölgenin alışılmış yaşam pratiği olmuş durumdadır. Devletler ya birbirleriyle savaşmışlar (Irak-İran, Suudi Arabistan- Yemen, vs) ya da kendi içlerinde birden fazla hükümet otoritesi oluşmuş durumdadır (Bugünkü Irak’ın, Libya’nın, Suriye’nin, Yemen’in, Lübnan’ın, hatta Filistin’in, vb durumu gibi). Birçok Ortadoğu ülkesinde ise muhalefet kesimleri muhalefet değil adeta düşman konsepti çerçevesinde yer almaktadırlar. Ne yazık ki, bu elim durumdan Mısır ve Türkiye gibi bölgenin büyük devletleri bile azade değildirler. İşte kademe kademe anlattığımız bu fiziki, askeri, siyasi ve sosyal parçalanmışlık hali Ortadoğu’dan sağlıklı oyun kurucu ülkenin çıkmasını engellemektedir.
Bazı ülkeler ise bir şekilde işgal altındadırlar. Suriye tam işgal altındadır, Irak yarıs işgal altındadır. Petrol zengini körfez ülkelerinde ise Amerikan, İngiliz, Fransız askeri üsleri ve birlikleri bulunmaktadır. Bazı ülkelerde de yabancı askeri danışmanlar yönetiminde iç çatışmalar devam etmektedir, Afrika’da olmasına rağmen Ortadoğu’nun periferisi diyebileceğimiz Sudan’da durum böyledir. Irak’ın durumu da benzer bir durumdur. Suriye işgalin yanında böylesi bir savaş ve çaltışma konseptinin gayyasındadır.
Bu durum bu ülke otoriteleri ve toplumları ile muhatap edinme sorunu doğurmaktadır.
Bölgenin Sürekli Büyük Güçlerin Yönetiminde Olmasından Kaynaklanan Travmaları
İmparatorluk sonrası travma dediğimizde bizim politik faaliyetlerimizi olumsuz etkileyen Osmanlı sonrası travmayı hatırlatmak isterim. Ne yazık ki bu travmanın Türkiye yönetici eliti bile farkında değildir. Halbuki çağdaş Arap devletlerinin çoğunun duygusal hafızasında bu travma vardır. Arap milliyetçiliği Osmanlı’ya karşı zafer kazanmıştır. Bize karşı olan retorik ile iç retorik çoğunlukla farklıdır. Bize uzak ve nispeten sorun da yaşamadığımız Fas, Tunus, Cezayir gibi ülkelerde bu travmanın izlerini görmüş biri olarak bu konunun ciddiye alınması taraftarıyım. Zira bu travma tedavi edilmedikçe ortaklaşa yaşamak, sorunlara ortaklaşa eğilmek hayal olacaktır.
Bu travmaların küçük ülkeler yanında Mısır ve Suudi Arabistan gibi ülkelerde farklı sorunlara yol açtığı/ açacağı bilinmektedir.
BÜYÜK GÜÇLERİN BÖLGEDE KALMAYA DEVAM ETMESİ
Ortadoğu bölgesinde büyük güçler hala büyük askeri ve siyasi varlıklarıyla etkilerini devam ettirmektedirler. En son NATO zirvesinde Ürdün’de koordinasyon ofisi açılması kararlaştırılmıştır. Kaldı ki bazı ülkeler geleneksel olarak yabancı istihbarat servislerinin bölgesel operasyonlarının merkezleri durumundadırlar. Mesela Levant bölgesinin adası olan Kıbrıs kuzeyinde İngiliz egemenlik sahası ve dev echelon kulakları bulunmaktadır. Katar’da 13 000 Amerikan askeri bulunmakta, Udeyd Hava üssünde ciddi tahkimata sahiptir. ABD açık kaynaklara göre 10’un üzerindeki Ortadoğu ülkesinde askeri danışman, birlik ve üsse sahiptir. Ayrıca bölgenin denizlerinde uçak gemisi grupları bulunmaktadır. Yine bölgede Suriye’deki savaş nedeniyle ciddi bir Rus askeri varlığı da konuşlanmış durumdadır. Ayrıca bölgenin muhtelif ülkelerinde İngiliz, Fransız askeri birlik ve danışmanları da bulunmaktadır. Vakıa 1970 gibi oldukça geç bağımsızlığını kazanmış küçük petrol zengini Ortadoğu devletçiklerinin ne kadar bağımsız devlet oldukları da sorgulanmaya muhtaçtır.
PARÇALANMIŞ SOSYAL YAPI, AĞIR İŞSİZLİK VE TEMEL İHTİYAÇ EKSİKLİKLERİ
Yukarıda sayılan ağır sorunların yol açtığı açık sonuçlar ise parçalanmış sosyal yapı, ağır işsizlik, yokluk ve yoksunluk olarak ortaya çıkmaktadır. Ortadoğululaşma derken ağır genç işsizliğinin aklımıza gelmesi bu konuda sorunların ne derece yerleşik hale geldiğini göstermektedir. Bu da sorunlara dost ülke müdahalesini zorlaştırmaktadır.
İSRAİL SORUNU
2. Dünya Savaşı sonrası yeni küresel konseptin gereği olarak İngiliz ve Fransız sömürgeleri bağımsızlıklarına kavuşurlarken Ortadoğu’ya bir işgalci güç yerleştirilmiştir. İngiliz politikasının yapılanmalarını devralan yeni süper güç ABD İsrail’i Ortadoğu Amerikan karakolu ve özel kuvvetler birimi olarak yapılandırmıştır. Bu konsept bugün de devam etmektedir. İsrail’in varlığı MENA ülkelerini bölmüştür. İsmini tam saymak istemediğim bazı ülkeler İsrail’in korunması için yükümlülük alırken bazıları da karşı pozisyonda yer almışlardır. Ancak, karşı pozisyonda yer alanlar da İsrail’e karşı bayraktarlığın rantını devşirmeyi önemsemişler ya da kendi politikaları gereği bazı Filistinli gruplara yardım etmeyi ve bazılarını dışarıda tutmayı, bazı politikaları da kendilerinin belirlemesini önemseyerek bir birlik haline gelememişlerdir.
Son yaşadığımız olaylarda da gördüğümüz gibi İsrail’in veya ABD’nin ajandası bizim gibi ülkeler açısından meçhuldür. İsrail’in saldırgan tutumu barış için oyun kurulmasını engellemekte, birçok Ortadoğu devletini de temkinli hareket etmeye zorlamaktadır.
ORTADOĞU SORUNLARINI YÖNETECEK EHİL KADRO EKSİKLİĞİ
Ortadoğu sınırları içindeki büyük devletlerin her biri kendi müttefiklerini iyi kötü yönetecek kadar sınırlı kadrolara sahiptirler. Ortadoğu’nun geneline hitap etmesi beklenen imparatorluk bakiyesi Türkiye bile ulus devlet sürecinde kayıplar yaşadığı gibi sınırötesi ve çok kültürlü yapıları yönetecek siyasi, askeri ve idari uzman kadrolardan yoksundur. Ne yazık ki, en basit dil engelini bile en uzman olması beklenen uzman yetkililerin bile aşamadıkları müşahede edilmektedir. Şu iyi bilinmelidir ki, tercüman yardımıyla diplomatik görüşme bile arzu edildiği gibi yapılamayabilir. Kaldı ki, hassas ve önemli güvenlik ya da sosyal inşa görevlileri yetiştirme işlerinde tercüman yardımıyla eğitimler vermek, nüfuz çalışması yürütmek neredeyse mümkün değildir. Ortadoğu fiziken bize yakın ancak mental olarak çok uzak olduğumuz bir coğrafyadır. Bu uzaklığı misafir aldığımız göçmen toplulukları entegre edemeyişimizden de anlamak gerekir.
Genel hatlarıyla Ortadoğu’yu özel çerçevede yazmaya çalıştım. İnşallah gelecek yazılarımızdan bazı ülkelere eğilmek mümkün olacaktır.
Mehmet Ali BAL - Haber7
Yorumlar6