Askerî vesayetle mücadeleyi yem etmeyin!
- GİRİŞ31.12.2013 10:03
- GÜNCELLEME31.12.2013 10:03
Ergenekon ve Balyoz davalarında savunmaların mutlak bir “inkâr” temelinde yürütüldüğünü biliyoruz; hiçbir delil gerçek değildi, hepsi sonradan üretilmişti, her iki dava da bir “tertip”ten başka bir şey değildi!
Mahkemelerden çok kamuoyuna yönelik olan bu savunma çizgisinin, sanıklar açısından olabilecek en iyi savunma çizgisi olduğunu ilk kez 2009'da yazmış, sonraki yıllarda da defalarca tekrarlamıştım:
“Ergenekon sanıklarının, bilhassa da haklarında ‘hard' suçlamalar olan kesiminin sürekli bir inkâr gayreti içinde olmalarının izaha muhtaç olduğu kanaatindeyim. İnkârdan gelmenin rutin bir inceleme sonucunda hükümsüzleşeceğinin apaçık olduğu durumlarda, davranışın hukuki savunmadan ziyade ‘halkla ilişkiler' çabasının bir parçası olduğunu daha fazla düşünüyorum.
Benim analizim şöyle: Sanıklar, bazı inkârlarının hukuki bir sonuç doğurmayacağını bilseler de bu işi hem de yüksek perdeden yapmaya devam edecekler. Çünkü amaç, zihinlerde bir ‘acaba?' tortusu bırakmak.”
Israrla sürdürülen bu savunma çizgisinin zihinlerde bıraktığı tortular, dava süreçlerindeki kimi hatalar ve aşırılıklarla da birleşerek zaman içinde giderek genişleyen kamuoyu halkalarını etkisi altına aldı... Bugün, Balyoz ve Ergenekon davalarının baştan sona “tertip” ve “uydurma” olduğuna inanan hatırı sayılır kalabalıklar var.
Sürpriz halka
Fakat 17 Aralık'tan sonra bu halkalara hiç hesapta olmayan sürpriz bir halka daha eklendi...
Bu yeni halkayı, yolsuzluk iddialarını bir paravan gibi kullanarak seçilmiş hükümeti sahnenin dışına itmeye çalışan “paralel devlet” organizasyonuna karşı haklı bir öfke duyan siyasetçiler, gazeteciler, entelektüeller oluşturuyor...
Deniyor ki, yolsuzluk operasyonlarını yürütenler yalnızca bir siyasi operasyon yapmıyorlar, yaptıkları operasyon da sakat... İşte tam bu noktada operasyonun Ergenekon ve Balyoz'la ilişkisi kuruluyor, hepsindeki “paralel devlet” etkisi hatırlatılıyor... Buradan kalkarak -yolsuzluk operasyonlarının “tertip” olduğu düşüncesine kamuoyu kazanmak için- Ergenekon ve Balyoz davalarının da “tertip” olduğu iddiası ortaya atılıyor ve bu iddia birdenbire bu kesimler arasında müthiş bir rağbet görmeye başlıyor.
Hayır, darbe davaları sırasındaki uzun tutukluluklar, sabah gözaltıları, savunma haklarıyla ilgili problemler vb. gibi durumlardan söz etmiyorum, onları zaten hepimiz gibi bu kesimler de dile getiriyorlardı... Yeni olan şey, bu kesimlerin (de) hızla “aslında 2002'den sonra Türkiye'de ne darbe kışkırtıcılığı oldu ne de darbe girişimleri... Her şey yalan, her şey sahte” çizgisine yaklaşması...
İşte ben bu noktada “Durun bakalım, o kadar da değil” demek istiyorum.
‘Bu tertip' diyebilmek için ‘onlar da tertip' demek...
17 Aralık'tan bu yana yaşadığımız olağanüstü gelişmeler, devlet içindeki “paralel devlet” yapısının çapını, gücünü, iktidar hevesini ve bu heves doğrultusunda neleri göze alabileceğini hepimize gösterdi.
Bu yapının Balyoz ve Ergenekon'un soruşturma ve kovuşturma süreçlerini de yürütmüş olması, davalarda sanıkların ve sanık avukatlarının ileri sürdüğü itirazların bugün yeniden mercek altına alınmasını gerektiriyor.
Bu çerçevede, sanıkların yeniden yargılanma talepleri de üzerinde ciddiyetle düşünülmesi gereken bir talep olarak ortaya çıkıyor.
Belki de bu yeniden yargılanma süreci sonunda mahkemelerin “toptancı” bir değerlendirme yaptığı ve bazı sanıkların “kuruların yanında yanan yaşlar” olduğu çıkacak ortaya.
Neden olmasın? Şahsen ben bu çerçevede ciddi yanlışların yapılmış olabileceğine yönelik kuşkularımı, Nokta dergisinde günlüklerini yayımladığım Özden Örnek'in Balyoz'a hiç bulaşmamış olabileceği ihtimalini dile getirmeye kadar vardırmıştım... Taraf'ta, 26 Ekim 2012'de kaleme aldığım “Örnek, Balyoz'da olmayabilir mi?” başlıklı yazıda şöyle demiştim:
“Mart 2003'te donanma komutanı olan Özden Örnek, gerçekte Balyoz darbe planına hiçbir şekilde bulaşmamış, dolayısıyla da haksız bir şekilde hüküm giymiş olabilir mi? (...) Örnek'in bir komploya kurban gitmiş olabileceği, benim de ciddi ciddi üzerinde düşündüğüm bir ihtimal. Yani, başlıkta sorduğum soruya ben ‘evet, olmayabilir' cevabını veriyorum.” (Neden böyle bir kuşku duyduğumu merak edenler işaret ettiğim yazıya bakabilir.)
Böyle başka bir sürü itiraz noktası var...
Mesela Balyoz'da, aldığı emri yerine getiren ast rütbedeki askerlerin emir verenlerle aynı cezalara çarptırılmaları her kesimde itirazla karşılanan bir nokta olmuştu...
Bunlara eyvallah... Fakat bu kuşkuları adalet arayışının bir parçası olarak değil de 2002 sonrasında ne darbe kışkırtıcılığının ne de darbe girişiminin olduğu yönünde psikolojik bir savaşın unsuru olarak kullanmak isteyenlere benim kapım tümüyle kapalı.
Ben bugün de, yani 17 Aralık'ın ortaya koyduğu tablodan sonra da, birilerinin TSK'ya karşı binlerce sayfadan oluşan, üstelik de geniş bir soruşturma ve dava sürecinde ipliği pazara çıkmayacak tutarlılıkta bir “oyun” kurma düşüncesine kendilerini inandırmış olmalarında en küçük bir inandırıcılık payı dahi göremiyorum. Yani karşımızda bütün delilleri sonradan üretilmiş bir “tertip”in bulunduğu iddiasını dün olduğu gibi bugün de reddediyorum.
Keza, günümüzdeki yolsuzluk iddialarının da tümüyle gerçek dışı, boş, “tertip” olduğu imaları da bana hiç mi hiç inandırıcı gelmiyor.
AK Parti “darbelerle boğuşarak” büyümemiş miydi?
Darbe davalarını ve yolsuzluk soruşturmalarını yürüten güce işaretle davalara yeniden dikkat çekmekte ya da yolsuzluk soruşturmalarında “titizlik” çağrısı yapmakta bir sorun yok...
Fakat darbe davalarını ve yolsuzluk soruşturmalarını yürüten güce işaretle davaların ve yolsuzluk iddialarının tümüyle “tertip” olduğunu öne sürmekte büyük bir sorun var.
Yapılan şey, her şeyden önce yıllar boyunca askerî vesayetle boğaz boğaza bir mücadele yürüten AK Partililere karşı büyük bir haksızlık.
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol