Geleneksel medya ve cezalandırıcıları
- GİRİŞ04.02.2011 08:05
- GÜNCELLEME04.02.2011 08:05
WikiLeaks, Twitter, Facebook, El Cezire...
Bütün bu oluşumların, hakiki görevlerini yapmaktan her geçen gün biraz daha uzaklaşan geleneksel medya araçları için bir “cezalandırıcı” rolü oynamaya başladığı artık çok açık. (Bana, El Cezire’nin de bir televizyon kanalı, dolayısıyla geleneksel medyanın bir parçası olduğunu hatırlatmaya hazırlananlara cevabım şöyle: Evet, salt biçime bakarsanız, El Cezire geleneksel bir medya, fakat oynadığı role bakarsanız geleneksel medyayla hiçbir ilgisi yok; ki ilerleyen bölümlerde bu söylediğimi açacağım.)
“Cezalandırıcı” derken tabii ki bunların belirli bir yönlerine; yani niyeti olan bireylere ve toplumlara kendi hayatlarını belirleme, siyasetin aktif özneleri olma hususunda sağladıkları çığır açıcı imkânlara işaret ediyorum.
Bu çerçevede WikiLeaks’in 2010’daki; El Cezire ile Twitter ve Facebook’un 2011’deki (Tunus ve Mısır devrimleri) çıkışlarını göze aldığımızda, belki iletişim tarihçileri 2010 ve 2011’i geleneksel medyanın yok oluşunun (ya da etkili bir araç olmaktan çıkışının) sembolik başlangıç yılları olarak kaydedeceklerdir.
Bu yazıda, tartıştığımız bu yeni araçların geleneksel medyanın artık oynamadığı, oynayamadığı hangi rollere talip oldukları için yurttaşlar açısından “kurtarıcı”, geleneksel medya açısından ise tam tersine “cezalandırıcı” bir işlev gördükleri meselesine bir giriş yapmaya çalışacağım.
Bu amaçla WikiLeaks’i kendi başına değerlendirirken El Cezire, Twitter ve Facebook’u Tunus ve Mısır devrimlerinde oynadıkları ortak rolden yola çıkarak birlikte değerlendireceğim.
WikiLeaks: Olta balıkçılığından ağ balıkçılığına
WikiLeaks’in yaptığı iş, özünde, gazeteciliğin ortaya çıktığı andan beri var olan “sızdırma gazetecilik”ten başka bir şey değil. (Konumuzun dışında kalıyor ama söylemeden geçemeyeceğim: Gazeteciliğin kamusal bir görev olarak addedildiği ülkelerde sızdırma gazetecilikten söz ederken bizdeki pejoratif imâlara hiç başvurulmaz. Oralarda bu gazetecilik pratiği gayet saygın bir iştir. Doğrusu, Taraf’ın sızdırma haberlerine taş atanların kendilerini WikiLeaks’e gül göndermek mecburiyetinde hissedip açık pozisyonda kalmaları yine kendileri açısından pek fena oldu!)
Fakat dikkat edilirse, sanki sızdırma gazetecilik WikiLeaks’le başlamış gibi bir algı var etrafta. Bunun nedeni, WikiLeaks’in yaptığı işi devasa boyutlarda yapması ve etkisinin benzerlerinden misliyle fazla olması... Dolayısıyla sızdırma gazetecilik yerine “WikiLeaks gazeteciliği” tabirinin kullanılmaya başlaması çok da tuhaf değil.
WikiLeaks olgusunun gazetecilik faaliyetinde neden çığır açıcı bir rol oynadığını anlayabilmek için, “sızdırma” meselesi üzerinde biraz daha durmalıyız...
Gazetecilik faaliyeti elbette muhtelif boyutları olan bir meslek... Bu anlamda magazin de, eğlence-eğlendirme de gazeteciliğin meşru parçaları. Fakat kendisini “ciddi” diye tanımlayan gazeteciliğin özünün “sır ifşa etmek” olduğunu sanırım hepimiz kabul ederiz.
Peki, bu öz nereden kaynaklanır? Yine hepimizin bildiği gibi dünyanın bütün devletleri, bütün orduları, bütün şirketleri, hâsılı bütün güç odakları yönetilenlerden, yurttaşlardan bir şeyler gizlemek ister. Çünkü bu onlara iktidar sağlar. Bilgi, iktidardır. Sizin bildiğiniz herşeyi sizin yönettiğiniz kişiler de biliyorsa sizin iktidarınız gerçek bir iktidar değildir.
Demokratik ülkelerde medyanın yasama, yürütme ve yargıdan oluşan üç siyasi güç odağı karşısında “dördüncü kuvvet” olarak konumlanması, esasen, medyanın buralarda biriken sırları deşifre etmesine yönelik beklentiyi ifade eder. Bu rolün hayati önemde olduğunu vurgulamam sanırım gereksiz: Yurttaşlar, kendilerini yönetenlerin siyasetleriyle ilgili olarak gerçek bilgilere sahip olmalılar ki onları denetleyebilsinler... Böylece kendi hayatlarına ilişkin kararların oligarşik bir iktidar eliti tarafından alınmasını engelleyebilsinler... Medyanın “sır ifşa etme” fonksiyonu işte bu kadar hayatidir. Fakat problem şurada ki, bu beklenti giderek karşılığı olmayan bir beklenti görünümüne bürünüyor. Gazeteciler bu fonksiyonlarını giderek unutuyorlar, kendilerini, görevleri okurlara hoşça vakit geçirtmek olan “sitcom” figürleri derecesine indiriyorlar.
Geleneksel medyanın ve geleneksel gazetecilerin bu hale gelmesinde, ülkelere ve dünyaya hükmeden güç odaklarının, yurttaşları siyasetin aktif özneleri olarak görmek istememelerinin de büyük payı var. Onlar, kendi hayatları üzerine düşünmeyen, sadece çalışan ve tüketen; bu anlamda yurttaş olmaktan çıkmış, sadece tüketici kimlikleri canlı kalmış “yeni insan”ın yaratılmasında medyanın tayin edici rolünün farkındalar. Fakat bu, bildiğimiz “dördüncü kuvvet” anlamında, yurttaşların “bilme hakkı”nı kutsal sayan bir gazetecilik değildir; tam tersine yurttaşlara “bilmeye değer bir şey yok, birileri sizin için düşünüyor ve sizin için mal ve hizmet üretiyor, siz de bunları tüketin ve keyfinize bakın” diyecek bir gazetecilikten söz ediyoruz.
Özetle söylersem: Gerek küreselleşmenin zorlamalarıyla, gerekse de post-modernizmin görevleri ve tanımları gevşetici, silikleştirici etkisiyle, klasik ciddi gazetecilik son 30-40 yılda asli görevini yerine getirmemeye, getirememeye başladı. Fakat ortada bir toplumsal talep ve ihtiyaç varsa, doğan boşluk mutlaka doldurulur. WikiLeaks’in bu anlamda bir boşluk doldurucu ve cezalandırıcı olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz.
Türk akademisyen ve iletişimci Prof. Yasemin İnceoğlu, Star gazetesinden Fadime Özkan’a verdiği bir söyleşide bu durumu şöyle anlatmıştı:
“Bu olayı yeni bir medya düzeninin başlangıcı, miladı olarak ilan edebiliriz. Çünkü geleneksel medya dediğimiz medya, ne yazık ki görevini icra etmiyor. Birilerinin çıkıp geleneksel medyaya, ‘senin görevin şu, sen bu kadar zamandır bunu niye yapmıyorsun, bak işte biz yaptık, bu iş böyle yapılır’ demesi, onun önüne geçmesi gerekiyordu. Bu anlamda WikilLeaks bir tür öncü ve geleneksel medyada yurttaş gazeteciliği için de başlangıçtır.”
Yasemin İnceoğlu, gördüğünüz gibi WikiLeaks’in geleneksel medyayı terbiye edici rolüne de inanıyor. Doğrusu, geleneksel medyadaki sahiplik sorunları ve tekelleşme eğilimlerine baktığımda, ben onun kadar iyimser olamıyorum. Geleneksel medya hâlâ devasa sermayeleri gerektiriyor ve o kadar büyük sermaye de yurttaşlarda yok!
El Cezire: Ray, sosyal medya: Tren
Aslına bakarsanız El Cezire de, Facebook ve Twitter da tıpkı WikiLeaks gibi geleneksel medyanın gizlediği yahut son derece bilinçli bir refleksle önemsemediği kimi enformasyon ve haberi “fâş ederek” oynuyorlar “cezalandırıcı” rollerini.
Hiç şüphe yok ki, işin bu kısmında El Cezire’nin önemi Facebook ve Twitter’ın önemini katlar... Fakat öte yandan, Facebook ve Twitter da bu yolla politik açıdan yeterince olgunlaşmış yurttaşları harekete geçirmede başka hiçbir aracın yerlerini tutamayacağı bir rol oynuyorlar.
“Patlama ânı gazeteciliği” süreçlere değil patlama anlarına baktığı için, Tunus ve Mısır devrimlerinde El Cezire’nin önemi yeterince takdir edilemedi bence. Buna karşılık Twitter ve Facebook’un etkisi fazlasıyla öne çıkarıldı. Twitter ve Facebook bir örgütlenme, harekete geçme, harekete geçirme aracı olarak hiç kuşkusuz büyük bir işlev gördü. Peki, Ortadoğu’daki diktatörlüklerin nasıl çürüdüğünü yıllar boyunca buradaki halklara gösteren, onlardaki bilinçlenmede çok etkili bir rol oynayan El Cezire olmasaydı, sokaklara çıkma çağrısı böylesine yaygın bir cevap bulabilir miydi?
Bir benzetmeyle söylersem: Bence bu hikâyede El Cezire ray, sosyal ağlar ise trendir.
El Cezire, yayın hayatına başladığından bu yana Ortadoğu’daki diktatörlüklerin halklarından gizlemeye çalıştığı herşeyi cesaretle açığa çıkardı, onu izleyenlerde çürümüşlüğe karşı yalnız olmadığı duygusunu sürekli olarak geliştirdi ve bugün işte o insanları sokaklarda görüyoruz.
El Cezire’nin zamanı gelmişti ve mutlaka olacaktı, o olmasaydı başka bir şey kurulacaktı; fakat hiç böyle bir şeyin olmadığı varsayımı altında düşünürsek, şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: El Cezire olmasaydı bugün Tunus ve Mısır devrimleri de olmazdı.
İnsan tarihi yaşarken onu algılayamıyor... Bugün ise aynı anda iki devrimi birden yaşıyoruz: Politik bir devrim ve onunla atbaşı giden bir medya devrimi.
Gazetecilerin işi çok zor: Anlasalar bir türlü, anlamasalar bir türlü.
Alper Görmüş - Taraf
alpergormus@gmail.com
Yorumlar1