Diyelim ki PKK’yı bire kadar kırdınız...
- GİRİŞ22.07.2011 06:55
- GÜNCELLEME22.07.2011 06:55
Ahmet Turan Alkan, doğup büyüdüğü şehri, Sivas’ı anlattığı Altıncı Şehir’de çocukluğunun Sivas’ını “Ortaçağ kesinliğiyle biten bir şehir” diye tanımlamıştı. Yani, bir noktaya geliyorsunuz, orada bir ya da birkaç ev görüyorsunuz ve “İşte burası Sivas’ın sonu” diyorsunuz, o kadar kesin...
Çok sevip hiç unutamadığım bu tanım, Sri Lanka’da 26 yıldır süren iç savaşın “son isyancıların öldürülmesiyle dün bittiğini” (2009 mayısından söz ediyorum) bildiren gazete haberlerini okuduğumda tekrar aklıma gelmişti. Birdenbire biten eski Sivas’a benzetmiştim Sri Lanka iç savaşını... Haberlere göre, ordu güçleri uzun bir süre önce başlattıkları “nihai saldırı”da gerillaları bir kilometrekarelik bir alanda sıkıştırmış, liderleri de dâhil hepsini “imha” etmişti.
Gerçekten de ondan sonra Tamil gerillalarının tek bir eylemine bile rastlamadık.
Sri Lanka’da iç savaşın bu surette sona erdirilmesinden dört ay kadar sonra (Eylül, 2009), “eski” Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen Habertürk televizyonunun öğle kuşağı programlarından “Parantez”de karşıma çıktı. Konu, o günlerde gündemin bir numaralı maddesi “Kürt açılımı” idi... Program sunucusu ile Öymen arasında aynen şu konuşma geçti:
Öymen: Terör bitmeden hiçbir açılıma razı değiliz. Önce terör bitmeli.
Sunucu: Siz terörün şimdiye kadar denediğimiz yollardan bitirilebileceğine inanıyor musunuz?
Öymen: Elbette inanıyorum. Sri Lanka’da bitirilmedi mi?
Ne eksik ne fazla, aynen böyle... Programa ben de telefonla katılacağım için, benden önce konuşan Öymen’in sözlerini not almış, o günlerde Aktüel dergisinde de yayımlamıştım. (Hoş o gün Öymen’den bana sıra gelmemiş, kendisine cevap verememiştim ama, neyse...)
Kürt sorunu ayrı, PKK sorunu ayrı mı?
Bir mucize olmazsa, yeni ve muhtemelen çok kanlı bir sürecin arifesindeyiz; böyle durumlarda her zaman olduğu gibi “PKK sorunu” ile “Kürt sorunu”nun iki ayrı sorun olduğuna dair fikirler yine güç kazandı.
Bu fikir daha çok, Kürt sorununun varlığını kabul eden ve onun “siyaset”le çözülmesini savunanların bir kesimi tarafından dile getiriliyor. Kabaca “hükümete yakın” diyebileceğimiz bu kesimler bir anlamda denklemi böyle kurmaya mecbur: Aksi takdirde PKK’yı bire kadar kırmaya yönelik büyük bir askerî harekâtın Kürt sorununu içinden çıkılmaz bir hale getireceğini kabul etmek, kendi tezlerini inkâr etmek zorunda kalacaklar.
Aynı şekilde hükümet de bu tezi savunuyor. Diyor ki mealen, “Ben bir taraftan PKK’yı ezeceğim, öte taraftan da Kürtler’in haklı ve meşru taleplerini karşılayacağım”.
Böyle bir strateji, belki PKK henüz “kendinde bir gerilla örgütü” olarak eylemlerine başladığı, henüz halkla bütünleşmediği, “temsil” iddiasının henüz “kendinden menkul” bir iddia olduğu 1980’li (bir ölçüde de 1990’lı) yıllarda mümkündü.
Fakat sonra köprülerin altından çok sular aktı. PKK zoru oyunu bozdu ve 80 yıl boyunca kendilerine “siz yoksunuz, var olduğunuzu zannediyorsunuz” diyen devlet, Kürt kimliğini ve Kürtler’in taleplerinin bir bölümünü kabul etmek zorunda kaldı.
Türkiye Cumhuriyeti devletini yönetenlerin (AK Parti dâhil) hiçbir zaman açıkça kabul etmedikleri bu durum (yani oyunun PKK zoruyla bozulduğu), PKK’yla arasına mesafe koyan, hatta AK Parti’ye oy veren Kürtler’in dahi kabul ettiği bir gerçektir.
Bazı sol ve liberal çevreler de “Kürt hareketi silaha hiç başvurmasaydı, haklar açısından bugün daha iyi bir noktada olunurdu” şeklindeki görüşleriyle, oyunun PKK zoruyla bozulduğunu kabul etmiyorlar.
Ben, hayatında silahla en küçük bir ilişkisi olmamış, bırakın şiddet uygulamayı, birine bağırmayı bile şiddet sayıp ondan dahi uzak durmuş biriyim, PKK şiddetini de her zaman lanetledim; buna rağmen bu sol ve liberal çevrelerin tesbitlerini kesinlikle gerçeklikten uzak buluyorum.
Zor oyunu bozmasaydı, bugünkü resmî tezimizin 1970’lerdekinden, 80’lerdekinden farklı olacağının bir garantisi var mı? Kürtler’e, “PKK ve PKK şiddeti olmasaydı da Türkiye Cumhuriyeti temsilcileri ‘Kürt kimliğini tanıdıklarını’ ilan ederlerdi” deseniz, Kürtler buna inanır mı?
Kürtler’in PKK’dan uzaklaşmaları ihtimali?
Peki, Kürtler’in, bu algıya rağmen, bir noktada PKK’ya “hizmetlerinden dolayı teşekkür” edip onunla bağını koparma ihtimalleri hiç mi yok? Bunu söyleyemem, bugünden öngöremeyeceğimiz öyle şeyler olur ki, bu ihtimal de gerçekleşebilir.
Aslına bakarsanız, kitlelerin maddi güdüleri ve iyi bir hayat yönündeki arzuları manevi güdülerinden daha kuvvetlidir (sevseniz de sevmeseniz de “modernlik” bunu başardı). Kürtler de pekâlâ “huzur ve iyi bir hayat” uğruna PKK’dan uzaklaşabilirler. 2004’te böyle bir dönemin yaşandığını bizzat PKK’lılar teslim etmişti... Kısaca özetleyeyim:
PKK’nın “yarı resmî” yayın organı Gündem gazetesi 12 Ekim 2004 günü şaşırtıcı bir başyazıyla çıktı: “Komplo ve Öcalan’a yaklaşım...”
Komplo sözcüğü PKK jargonunda, Abdullah Öcalan’ın yakalanıp Türkiye’ye getirilmesinin ilk adımını teşkil eden Suriye’den çıkartılmasını (9 Ekim 1998) anlatmak için kullanılıyor. O nedenle her 9 ekimde gerek Avrupa’da gerekse Güneydoğu’da “komplo”yu protesto için gösteriler düzenleniyor.
Sözünü ettiğim 12 Ekim 2004 tarihli başyazıda, “komplo”ya karşı bilincin diri tutulması üzerinde uzun uzun durulduktan sonra, yazının son paragraflarında bu “bilinç”teki erozyona geliniyordu. O bölüm şöyleydi:
“Kürt demokrasi güçleri, özellikle kurumsal yapılar ve kadrolar, yıldönümünde komployu derinden hissetmedi... Bunun, Güney eksenli gelişme ve özellikle de AB süreciyle ilişkisi var mı? Bizce tartışılır. Bu iki olgunun, genelde Kürtler, özelde Kürt demokratik yapılarında sosyal, ruhsal ve düşünsel farklılıklar yaratıp yaratmadığı, soruna ve sürece bakış açılarını etkileyip etkilemediği önemli tartışma konusudur ve bizce tartışılmalıdır...”
Kürtler’in Öcalan’a ve “komplo”ya o yıl soğuk durmalarının nedeni olarak Avrupa Birliği (AB) sürecinin gösterilmesi son derece isabetliydi... Belli ki Kürtler, AB üyesi bir Türkiye’de eşit yurttaşlar olarak yaşayabileceklerine inanmışlardı ve o momentte PKK’dan da uzaklaşmaya başlamışlardı.
Zaten aynı yıl, altı yıldır süren ateşkes bozuldu ve çatışmalar yeniden başladı. PKK, kendi açısından haklı olarak “iplerin elden kaymakta olduğu” tesbitini yapmış, AB sürecini baltalama kararı almıştı.
Kürtler’in küslüğünü bilen bilir...
O moment, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kaçırdığı büyük bir fırsattı. Fakat ne zaman ki Türkiye’nin AB yolculuğu duraksadı ve ardından da Kürtler’e dönüp “legal ve illegal temsilcilerini yüzüstü bırak, bunun karşılığında ben seni âbâd edeyim, yatırıma boğayım, hatta birtakım kimlik taleplerini de karşılayayım” nutukları başladı, bölgedeki bütün psikoloji değişti. Kürtler PKK’dan kendi iradeleriyle uzaklaşabilirlerdi, fakat bunu devlet istemeye başlayınca, amaçlananın tam tersi bir sonuç doğdu. (Kürtler’in tavır değişikliğinde hiç kuşkusuz artık AB’nin uzaklaşmaya başlayan bir hayal haline gelmesi de rol oynadı. Kürtler AB üyesi bir Türkiye’ye güvenmişlerdi, fakat “bağımsız Türkiye”ye güvenmemişlerdi.)
2009 seçimleri “satarsan, alırsın” siyasetinin doruk noktasını oluşturdu. Kürtler bunu haklı olarak “madde” için “maneviyat”larının ve “onur”larının takas edilmesi teklifi olarak algıladılar ve reddettiler.
Her zaman söylüyorum, Kürt meselesi özünde bir “psikoloji” meselesidir ve çözümü de Kürtler’in gönlünü almaktan geçiyor (bu işin lafla olmayacağını söylemeye gerek yok). Bunu anlamazsanız, “Bu ülkede Kürt sorunu yoktur, benim Kürt kardeşlerimin sorunları vardır” cümlesinin, “Bu ülkede Kürtler vardır ama Türkler onlardan daha eşittir” biçiminde algılanacağını anlayamazsınız.
Geldiğimiz noktada artık yeni bir 2004 momenti görünmüyor. Dolayısıyla bugünün hakikati şudur: PKK’yı ve Kürtler’i birbirinden ayıramazsınız, yani Kürt sorunu ve PKK sorunu ayrı ayrı sorunlar değildir ve ikisini aynı anda çözmek zorundasınız.
Yalnız: PKK sorunun çözmek PKK’yı silahla kırmak değildir, PKK’yı siyasete katmaktır.
Diyelim tersini yaptınız ve hatta günün birinde Onur Öymen’in hayalini kurduğu gibi Türkiye Sri Lanka oluverdi...
Hiç kuşkunuz olmasın: Öyle bir Türkiye, Kürt sorununun hiçbir “hak”la giderilemeyecek yepyeni bir versiyonuyla yüz yüze kalacaktır.
Kürtler’in küslüğünü bilen bilir...
Alper Görmüş - Taraf
alpergormus@gmail.com
Yorumlar3