Merhamet ve şefkatin iki zirvesi
- GİRİŞ26.04.2010 06:15
- GÜNCELLEME26.04.2010 06:15
İnsan, insaniyet hakikati gereği başka insanların eleminden müteessir olur; mutluluğundan da huzur duyar. Allah'ın insan kalbine yerleştirdiği sevgi şefkat ve merhamet gibi hisler onu bütün âlemle münasebettar kılmıştır.
Edebi ve ilmi eserleri değerlendirirken, tahlil ederken bilimsel yöntemlerden birisi de asrın zihniyeti hakkında bilgi sahibi olmak ve mütefekkir ya da mutasavvıfı yaşadığı çağa göre değerlendirmek icap eder.
Gerek Risale-i Nur, gerekse Mesnevi pek çok yönüyle insanının yüreğini merkez alır, insana irfani geleneğin ezgisiyle seslenirler. Çünkü her iki eserde de gerçeğe yürünür adım adım, gerçek söylenir, gerçek işlenir… Her iki eserde de, her iki gönül adamı da eserlerinin çıkış noktasını ilahi sevgi oluşturmaktadır. Onların tek bir gerçeği vardır. Hadiselere bakışı sıradan insanların tasavvurlarının çok çok üzerinde olan bir bakış açısıdır bu.
“Hz. Mevlâna benim zamanımda gelseydi, Risale-i Nur'u; ben onun zamanında gelseydim Mesnevi'yi yazardım. Onun hizmeti Mesnevi tarzındaydı, şimdi ise Risale-i Nur tarzındadır."
Son asrın önemli yıldızlarından ve irfan denizlerinden birisi olan Bediüzzaman Hazretleri kendisinden asırlar önce yaşamış, öğretileriyle ve öğrettikleriyle bütün dünyaya ışık olmuş, asırların bilgesi Mevlana Celâleddin Rumî için, mesnevisi için bu hikmetli sözleri sarf ediyor.
“Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.”
Bu sözler, Mevlana’nın merhamet ve şefkat üzerinde söylenebilecek en hikmetli sözüdür. Modern çağın insanı belki de en çok merhametin güneş gibi ısıtan sıcaklığına, kuşatıcılığına muhtaçtır. Çünkü maddenin kiri ve kibri merhamet ve şefkat gibi ulvi lezzetlere zehir katmış ve insan kalbini çürütüp öldürmüştür. Modern insan yalnızdır, çaresizdir, merhamet ve şefkat fukarasıdır.
Batının Nietzsche’si, modern hayatın sadece adalet terazisinde düzenleneceği tezini geliştirirken gözden kaçırdığı bir gerçek vardı. Batılı insanlar ortaya koyduğu kişiden kişiye değişebilecek adalet ve hukuk ile toplum hayatının intizam kazanacağını sanıyordu. İçerisinde sevgi, şefkat ve merhamet gibi insan ruhu için, insan kalbi için teskin edici, iyileştirici tesire sahip, özünü ilahi kaynaktan alan unsurların yeri yoktu. Batının terazisi sadece madde tartıyordu.
Oysa zaman gösterdi ki merhamet ve şefkat yoksunu bir adalet terazisi insan gerçeğine, insan ruhuna ve fıtratına manen uyuşmamaktadır. Modern insan, Descartes’in aklını yüreğine sarınmış, Pascal’ın yüreğini sürgüne göndermişti. İnsanlığın kuruluşunu sevgiyle ve merhametle açıklamaya çalışan Schiller’in görüşleri delilik ve saçmalık olarak tanımlanmış, Freud’un bütün cinsellikle ilgili nazariyeleri baş tacı yapılmıştı. Sokrat kalbi ve ruhu bir kenara yüzüstü bırakmıştı. Artık batılı modern insana göre “bilgi güçtür.”
Oysa doğuda aklın yanında gönül de vardı.
Gerek Hazreti Mevlana, gerekse Bediüzzaman Hazretleri gönül terazileriyle insanların en hassas noktalarına kadar eğilmeyi bilmiş, onları yüreklerinden fethetmiştir. Yürekleriyle yürümüştür, insanların içine gönül aracılığıyla çıkmış, gönül konuşmuş, gönül söylemiş, gönül tamir etmiş, gönül kazanmışlardır.
İşte bu yönleriyle arkalarından milyonlar yürümüştür.
“Merhamet etmeyene, merhamet edilmez” ve “Siz yerdekilere merhamet ediniz ki göklerdekiler de size merhamet etsin” diye buyuran iki cihan güneşi, peygamber Efendimiz(SAV), merhametin herkese lazım olduğunu gerçeğine bir ışık düşürüyordu bu efsunlu sözleriyle.
Sevgi, şefkat, merhamet bir arada görünse de aynı şeyler değillerdir. Hiç kimsenin her şeyi, insan da dâhil sevmek zorunluluğu yoktur, ancak sevmediğine dahi merhamet etme zorunluluğu vardır. Merhamet sevgiden bir gömlek yukarıdadır.
“Bekle dost kapısın sâdık dost isen
Gönüller tamir et ehl-i dil isen
Sevda sahrasında Mecnun değilsen
Ne Leyla’yı çağır, ne çölü incit”
Zira bu halk türküsünde dahi “gönüller tamir et ehli dil isen” diyen âşık Hüdai, irfani geleneğin merkezinde gönül’ün olduğu gerçeğine bir kez daha elinde sazıyla, dilinde niyazıyla ses katıyor, halkın tercihini bu dizelerle ifade etmeye çalışıyor.
Bediüzzaman Hazretlerine göre “İnsanın özelliklerinden birisi de rikkat-i cinsiye, şefkat-i neviye ve akıl alakadarlığı ile bütün canlılara acıması ve onlara şefkat gösterip merhamet etmesidir.”
Bediüzzaman tarihte büyük İslam âlimlerinde olduğu gibi, iftiralara maruz kalmış ve haksızlıklara uğramıştır. Karşılaştığı ithamların bir kısmını da kendisini ve çalışmalarını takdir edemeyen bazı çevrelerden görmüştür. Bediüzzaman Said-i Nursi, İslam tarihinin belki de şahit olmadığı her türlü haksızlığa, acıya, öfkeye maruz kaldığı halde insanlara olan merhametinden zerre kadar azalma olmamıştır. Kendisini yıllar yılı zindanlara mahkûm eden merhamet yoksunu insanlara son sözünü şu tarihi bir o kadar göklerin en fevkinde asılası şu hikmetli sözlerle ifade etmiştir:
"Bana zulüm edenlerin, beni kasaba kasaba dolaştıranların, hakaret edenlerin, türlü türlü ithamlarla mahkûm etmek isteyenlerin, zindanlarda bana yer hazırlayanların hepsine hakkımı helal ettim. "
Bu sözlerin bilen için hiç şüphesiz çok büyük anlamları vardır.
Yaşadığını anlatmak, anlattığını da mutlaka yaşamak” bir tebliğ adamının en önemli prensiplerinden birisidir.
İşte burada Bediüzzaman’da bunun en naif şeklinin bir tezahürünü görmekteyiz. Son asrın en güzeli, en sadık’ı, en sevgilisi kendisine her türlü zulmü layık görenlere her şeye merhamet etmiş ve insani bütün arzu emellerinden sıyrılarak gerçek bir inanmış olarak, bir dil ehli olarak merhamet etmiş ve affetmiştir.
Bediüzzaman’ın yazdığı eserlerin, yaptığı harikulade izahların fikirlerde ve gönüllerde büyük bir tesir icra etmesinin en mühim sırrı, başkalarına anlattığı bu hakikatleri bizzat kendi nefsinde kemaliyle yaşamasında yatmaktadır. Yani “Niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz?” (Saf, 61/2) ve “Siz Kitabı okuduğunuz halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz?” (Bakara, 2/44) ayetlerinin gerçekliğiyle ters düşmemek için o, yapmadığı şeyleri söylememiştir. Bilakis önce kendi nefsine hitap etmiş ve kendisi hakkıyla yaşamış, daha sonra başkalarına anlatmıştır.
Zamanın aydınlatan, ışıtan büyük mütefekkiri Bediüzzaman, "Zulüm ve savaşlarda mağdur olarak ölenlerin kâfir bile olsa haklarında bir rahmet bulunduğunu" ifade ederek aynı görüşü dile getirmiştir.
Bediüzzaman çektiği bunca cefayı kesinlikle şikâyet vesilesi yapmaz. “Kader, benim hatalarıma binaen beni zalimlerin eliyle cezalandırıyor” düşüncesiyle “Ey adil kader!” der ve sabır içinde şükreder.
Üstad merhamet ve şefkatte öylesine güneş gibidir ki “Benim etimi cımbızla çeksinler, ama talebelerime dokunmasınlar” diyecek kadar talebelerine ve inanmış insanlara bağlıdır ve yüreği merhamet ve şefkat doludur.
Bediüzzaman Hazretleri, milyonlarca insana insanlığın gerçek mana ve mahiyetini duyurmuş hakiki bir insandır. O, bin bir günahın sel olup aktığı karanlık bir çağda, aklını, kalbini, fıtratını, dolayısıyla insanlığını bozulmaktan korumuş bir irade insanıdır. Bu haliyle Bediüzzaman, sanki 20. asra, Asr-ı Saadet’ten karanlık bir çağa düşmüş bir güneş gibidir...
Şefkat ve merhamette en zirve olmanız dileğiyle.
Muhabbetle Efendim!
Meryem Aybike Sinan - Haber 7
meryemaybike@gmail.com
Yorumlar17