''Konstantin'in Sırrı'' ve Fatih'in talihsizliği!
- GİRİŞ28.07.2010 09:29
- GÜNCELLEME28.07.2010 09:29
Geçen hafta Karadeniz bölgesindeydim.
Sadece gezindim, uyudum, okudum, yazdım. Çalışmadan böyle keyif sürmek ne güzelmiş! Ev hanımlarına bir kez daha imrendim. İnşallah günün birinde benim de yolum sadece evime düşer!
Gündüzleri dağları bayırları düzledim, akşamları sessizliğe verdim kendimi.
Öte yandan gecenin serin esintisinde Karadeniz’in coşkun dalgaları eşliğinde elimdeki kitabı okudum. Haber7.Com’un Genel Yayın Koordinatörü Yaşar İliksiz’in Profil Yayıncılıktan çıkan “Konstantin’in Sırrı” adlı romanını bir solukta bitiriverdim.
Roman beni bir anda kuşatıverdi. Ansızın, üç dört boyutlu bir hikâyenin içinde tarihin bilinmedik, ihmale uğramış, görmezden gelinmiş bir koridorunda roman kahramanlarına eşlik ederken buldum kendimi.
Sevgili Yaşar İliksiz, gerçekten her manada mükemmel diyebileceğim bir eser ortaya koymuş ki sanırım romandaki bu şiirsel ve destansı dilin yanında ciddi anlamda bir birikimin ve üst sevide bir tarih bilgisi ve bilincinin de romanı değerli kılan taraflar olduğunu belirtmeliyim.
Bu romanı okurken olaylar öylesine sürükleyici akıyor ki ara veremiyorsunuz bir kere. Ben açıkçası Yaşar İliksiz’in senaryo tekniğini bildiğini düşündüm. Çünkü geçen yıl senaryo tekniği hususunda bir yönetmenimizden ders alırken öğrenmiştim. Sinemada konular arası geçişlerde tıpkı kalp elektrosu gibi iniş çıkışların, olmazsa olmazlar arasında en önemli husus olduğunu sıkı sıkıya anlatmıştı Yönetmen Tuncay Şerif. Bu romanda bu tekniği gördüm. Sinema seyreder gibi okudum desem yalan olmaz. Hem gördüm, hem okudum. Betimlemeler, diyaloglar müthiş akıcı ve güzel.
“Konstantin’in Sırrı’nı” okurken Fatih ve özellikle sonrasının gözden kaçırılmış ya da özellikle gizlenmiş önemli sayılacak ayrıntılarını buluyor ve hayrete düşüyorsunuz.
Yazar, roman gerçekliğinin yanı sıra İstanbul’un Fethi ile alakalı çok da bilinmeyen, tarih sayfalarına düşmemiş gerçekleri roman kahramanlarının ağzından ve oldukça retorik bir dille anlatıyor ki burada roman dili ve üslubunun harikulade şairane olduğunu belirtmeliyim.
Bir taraftan Karadeniz gezilerine devam ederken kafamın bir tarafında da Fatih, Fetih, II. Beyazıt, Cem Sultan, Akşemseddin, Hurufilik, Rafızîlik gibi döneme damgasını vuran birçok husus adeta beynimde dans etmeye başladı.
Kitap merakımı kamçılıyor.
Fatih Sultan Mehmet gibi Türk ve İslam tarihinin en önemli şahsiyetinin ölümünden sonra tahtı ele geçiren gerici tarafların (yobazların mı demeliyim bilmiyorum) ne acıdır ki Fatih’in ortaya koyduğu maddi ve manevi kültür ve medeniyet unsurlarını güya dine aykırı bularak yakıp yıkan darbeci bir zihniyeti yüreğim sızlayarak yeni baştan hatırlıyorum.
Cem Sultanı tahta geçirmeyen zihniyetin hala bu topraklarda varlığını devam ettirdiğini, o darbeci, hile ve desise ile işlerini hal yoluna koyan mantığın neden yaşlanmadığını sorguluyor aklım.
Cem Sultan neden tahta çıkarılmıyor diye Moral FM’deki programımda da soruyorum Yaşar İliksiz’e. Çünkü diyor İstanbul’un fethi sırasında bir takım asker ve ulemayla “yağma”, “talan” ve “mevki” hususu sorun oluyor. İstanbul’u yakıp yıkmadan, talan ettirmeden genel dokusunu bozmadan almak istiyor Fatih ve ne yazık ki bu talancı güruha teslim olmak zorunda bırakılıyor. Öyle ki Akşemseddin bile boyun eğip Fatih’e talanı serbest bırakması için mektup yazmak durumunda bırakılıyor.
Sonra mı?
Fatih, bütün bunları unutmayıp yeri geldiğinde bu menfaatçi asker ve ulemayı İstanbul dışına çıkarıyor. İstedikleri mevki ve makamlara gelemeyen bu kimseler, Fatih hakkında olmadık dedikodular üretmeye ve aleyhinde çalışmalar yapmaya kadar gidiyor ve ölümüyle birlikte kenetlenip ortak hareket etmeye başlıyorlar.
Askeri ve fikri anlamda Fatih’e en çok benzeyen oğlu Şehzade Cem yerine afyon bağımlısı ve aynı zamanda her anlamda Şehzade Cem’in gölgesinde kalan Şehzade II. Bayezıd’ı destekleyerek -aslında buna Fatih muhaliflerinin darbesi demek daha doğru olur kanaatindeyim- Cem Sultanının önünü kapatıyorlar.
Fatih Sultan Mehmet Gebze’de vefat edince Cem Sultan’a giden ulak öldürülüp, ardı ardına Şehzade Beyazıd’a ulaklar gönderilip İstanbul’a daha önce varması sağlanıyor ve tahtı böylece Cem Sultan’dan kurtarmış oluyorlar. Fatih vasiyetinde tahta Şehzade Cem’in geçmesini istemiştir oysa. Ancak darbe gerçekleşmiş ve Fatih dönemi kapatılmıştır. II. Beyazıd ve etrafındaki yobazlar devleti ele geçirerek, Fatih dönemine ait birçok kurumu kökünden kurutup çürüten yıkıcı ve yok edici bir eylemin içine girerek bir çırpıda her şeyi tarumar ederler.
Romanı okudukça hem yeni şeyler öğreniyor, hem de yeni baştan bilgilerim tazeleniyor.
İşte “Konstantin’in Sırrı” kitabı bana bunların yanında roman sahasında önemli bir yazarın vadiye indiğini müjdeliyor. Gerçekten de roman birçok anlamda edebi değer taşıyor. Öncelikle Yaşar İliksiz kurgu sanatını iyi biliyor. Romanda tezat oluşturan boşluk yok gibi. Kahramanları konuyu anlatmak için iyi seçilmiş. Geçmiş, şimdiki zaman ve hatta gelecek zaman, romanın içerisinde bize müthiş gelgitler yaşatıyor.
Romanın ana kahramanı Janet adında bir Ermeni kızı. Bir de Türk Milliyetçisi Tunç var ki bana izlerini kaybettiğim geçmiş zaman Ülkücülerini anımsatıyor. Ara ara ağabeyimi görüyorum ve Tunç’un görüşleri ve tezleri bana hiç yabancı gelmiyor. Kızıl Saçlı Adam ise olağanüstü bir tip ve açıkçası keşke bizim de yakınımızda böyle bir kahraman bulunsa dedirtiyor insana.
Fatih Sultan Mehmet Han, birçok önemli tarihçiye göre ki bendeniz de katılıyorum bu görüşe Türk tarihinin her anlamda en büyük ve en önemli zirve Padişahıdır.
Fatih zirve padişah ama Yaşar İliksiz’in de söylediği gibi hakkında yazılanlar, geriye kalanlar yürek burkacak cinsten zayıf bilgiler. Başka bir coğrafyada olsa bu kudretli Padişah hakkında binlerce roman, tiyatro, hikâye yazılıp, bilimsel çalışmalar yapılır, düzinelerce film ve diziler çekilirdi.
Ancak bizde büyük bir boşluk var!
Ne hazindir ki biz böyleyiz işte. Gereksiz gündemlerin peşinde koşarken asıl önem arzeden meseleleri ıskalıyoruz. Hala İstanbul’u gelecekte alacaklarını ümit eden ve bu ümit etrafında gizli ve aleni çalışmalar yürüten dış güçler bile Fatih Sultan Mehmet Hanı bizlerden daha iyi tanıyorlar.
Bu güzel romanın yazarını tebrik ediyorum.
Duygulu üç şiir kitabından sonra bu ilk roman müthiş olmuş Yaşar İliksiz!
İkinci, üçüncü roman ne zaman diye hemen sormak istiyorum.
Bu ülkenin çocuklarının böyle eserlere ihtiyacı var.
Tarihimize yüz verelim ki, tarih de bizlere yüz versin, öyle değil mi?
Muhabbetle Efendim!
Meryem Aybike Sinan – Haber 7
meryemaybike@gmail.com
Yorumlar29