Evde kalmış kız deyimine dair!
- GİRİŞ11.07.2011 08:42
- GÜNCELLEME11.07.2011 08:42
Dünyaya kadın olarak gelmenin ne denli zor ve karmaşık bir süreç olduğunu “evde kalmış” deyimi kadar iyi ifade eden başka sözcükler de vardır ama bu deyim kadar aşağılayanı yoktur herhalde.
“Evde kalmış” deyimini bir de “evde kalmış kız kurusu” şekline dönüştüren sosyal hayatın sert ve acımasız tarafları, bir genç kız belli bir yaşa gelip de beklenen izdivacı bir şekilde gerçekleştiremeyince kendisine o ürküten ve hakir gören damgayı hemen acımasızca yapıştırıverir!
Bu ülkede eskiden mahalle kültürü ve dayanışması içinde mahallenin iyi kalpli ve kâmil insanları yaşı belli bir yere gelmiş kız ve erkekler için “ en münasibini” araştırmaya başlar, gözlerine kestirdiklerini de fısıltı halinde her iki tarafa duyururlardı. Yani bir ön ayak olma, hayırlı bir işe vesile olma hali vardı.
Bu güzel geleneği bugün doğru analiz ettiğimizde içinde çok insani nüvelerin yanında hayatı doğru okuma, sosyal yaşantının olmazsa almazlarını da taşıdığını görüyoruz. Özellikle İslam dininde “küfüv” yani denklik denen hususun da bu görücü terazisinde iyice tartıldığına tanık oluruz.
Nitekim kızın veya erkeğin eğitimi, güzelliği, hali vakti, aile çevresi, ahlakı, görgüsü erkeğe veya kıza denk mi değil mi buna bakılır, ondan sonra bunlar bir araya getirilmeye çalışılırdı.
Bugünlerde çokça aşağılanan bu görücü tarzı evlenme biçimi yanlış anlatılmakta ve yanlış tanıtılmaktadır. Oysa bugün flört tarzı evlenmelerin akıbeti de ortadır! Her dört evlenmeden birisi boşanma ile sonuçlanmaktadır.
Her şeyden önce görücü usulünün içinde yalan dolan, kandırma, saklama, kendinin kötü huylarını evlendikten sonra gösterme gibi evliliği tüketecek unsurlar yoktu zira her iki tarafı da iyi tanıyan aracılar her türlü olumsuzluğu karşı tarafa bildirdikleri için olası tehlikeleri de bertaraf ediyorlardı aslında.
Bugün evlenen çiftlerin sadece zahiri görüp evlenmeye karar vermeleri, uzunca bir süre kendilerini başka türlü göstermeleri, özellikle de internet aşklarının sanal yanları evlilik kurumunu ciddi bir tehlikeye atmış boşanmalar tarihin en yüksek seviyesine ulaşmış ve evlilik yapan gençlerin sayısında da ciddi düşüşler yaşanmıştır.
Evlenme yaşının yükselmesi, evlenmelerin azalmasının elbette bir takım sosyal, kültürel ve ekonomik sebepleri vardır ama en sebeplerinden bir tanesi de “bu görücü usulü evlenmelerin” azalması da sayılabilir.
“Görücü usulü” dediğimiz bu olay yaşı geçkince olan kız ve erkeklerin bir şekilde baş göz edilmesine vesile olur, cemiyet hayatı rahatlatılırdı.
Maalesef zaman içerisinde her şey gibi bu güzel gelenek de yerini hiçliğe, bana ne lazımcılığa, boş vermişliğe, ilgisizliğe mahkûm olunca özellikle de büyük kentlerimizde yaşı geçkince kızların ve erkeklerin çığ gibi çoğalmasına sebeb oldu.
Büyük kentlerimizde özellikle çalışan belli bir eğitimden geçmiş genç kız ve erkeklerin yaş çıtası neredeyse kırklara çıkmıştır. Özellikle kızların bu durumu sosyal yaşantıyı da olumsuz manada etkilemektedir.
Geçtiğimiz gün Ankara’da bir sitedeyiz. Elit bir site olarak bilinen bu mekânda özellikle yürüyüşe çıkan yaşlı hanımların çokluğu dikkatimi çekiyor. Arkadaş anlatıyor işte, şu hanım bir zamanlar bilmem ne üniversitesinde personel müdürü idi, şu doktordu, şu eczacı idi vs. Hepsi eğitimli ancak hepsinin ortak yönü bekâr ve yaşlı olmaları idi. Üstelik hepsi de altmış beşin üzerinde idi. Hatta birinin kaldığı dubleks evin önünden geçtik ve gördüğüm şey beni çok üzdü. Bu hanımın evinin giriş kapısı tamamen örümcek ağları ile kaplanmıştı, pencerelerinde perde yoktu. Evinin hali bile bu hanımın yaşadığı ruh halinin bir aynası gibiydi.
Oradan ayrılırken bir anlığına empati yaptım. Hiç evlenmeden, çocuk sahibi olmadan yaşlanmak, hayatı bitirmek ne denli ürkütücü ve acıydı kimbilir! Bu kadar eğitimli bayan neden evlenmemişti acaba?
Mutlaka hepsinin bir hikâyesi vardı elbette. Ancak bu tablo on beş yirmi senenin sonunda ülkemizde çok sıkça rastlayacağımız bir tablo olsa gerektir. Zira yakın gelecekte yaşlılar için ciddi manada bakım evleri açma çalışmalarının da yapılması gerekmektedir.
Bu evlenmeyen veya evlenemeyen insanların hali pür melalini düşündüm uzun uzun. Bir anda aklıma usta yazar Selim İleri’nin “Gelinlik Kız” hikâyesi geldi. Bu hikâyede hikâye kahramanı İncila, âşık olduğu gencin önce kendisiyle nişanlanıp daha sonra kendisini terk ederek zengin bir kızla evlenmesi sonucu hayata küser ve bir daha evlenmez. Uzun süre derin bir acı yaşar ve hastalanarak ölür.”
Bu coğrafyada İslam dini karşı çıkmadığı halde hala bir genç kızın beğendiği bir erkeğe kendisiyle evlenmek istediğini söyleme hakkı yoktur. Toplumsal yasayı koyanlar çoğunlukla erkekler olduğu için kadın bekleyecektir seçilmek için. Uzun upuzun yıllar beklese de asla seçemeyecektir zira böyle bir densizliği! Göstermesi halinde kendisine hangi gözlerle bakılacağı ortadır!
Hâlbuki bizim dinimizde İslam bu hakkı kadına da vermiştir. Bizim toplumsal genetiğimiz bunu yapan kadın hakkında kötü imajlarla doludur. Bir erkek kendisini sevene değil, kendisinin sevdiğine değer verir genellikle zira bunun altında işte bu psikolojik husus yatmaktadır.
Evde kalmış erkek tabiri yoktur deyim dünyamızda. Peki, neden yoktur? Çünkü bu yakıştırmayı genellikle erkek yapmaktadır da ondan. Bir kadının başka bir hemcinsi için bu kelimeyi kullanması da hüzün verici bir tablodur.
Evlenememiş kızlarımızın da bir yuvaya ihtiyacı vardır. Özellikle birbirlerine denk insanları tanıştırmak hepimizin boynuna borçtur diye düşünmekteyim. Mesela siz bugüne kadar kaç kişinin evlenmesine vesile oldunuz? Şahsen az da olsa iki kişinin evlenmesine ve şu anda iki çocuklu mesut bir aile olmasına vesile olmanın derin iç huzurunu yaşıyorum.
Haydi, hepimiz çevremizdeki bekâr insanlara bu tarihi görevi canlandırıp yeni baştan el verelim. Nitekim bu insani bir görevdir. Aksi takdirde onları zamanın en büyük tehlikesi olan sanal ortamın çöplüğüne atmış olacağız. Zira hepimiz aynı gemide yol alıyoruz. Öyle değil mi?
Muhabbetle Efendim!
Meryem Aybike Sinan/ Haber7
meryemaybike@gmail.com
Yorumlar15