Cübbesi olanlar ve olmayanlar!
- GİRİŞ19.12.2011 09:19
- GÜNCELLEME19.12.2011 09:19
Hiç birimiz sütten çıkmış ak kaşık değiliz!
Ancak gıybete, dedikoduya bir başladık mı nedense hepimiz birer ak kaşık oluveriyoruz ve dalıyoruz dedikodu kazanına bir yerinden. Yeter ki birisi insani zaaflarına esir düşsün, bir hata yapsın, itibarlı iken itibarsız olsun! Günlerdir aynı mevzu etrafında ahlak dersi veriliyor.
Sözkonusu şahıs söylenenlere bakılırsa, suçlu, hatalı, günahkâr, Allah ile kandırmış ve de bu dünyalık cezasını çekiyor. Tabii iddialar doğru ise. Ancak bu kimseyi deşifre edip, sürekli mahrem yanlarını anlatıp eleştirmek, ayıplamak, dedikodusunu yapıp haz almak ne kadar doğru?
Düşeni, itibarlı iken itibarını yitireni, zengin iken fakir düşeni gördükçe neşesinden ve sefasından kırk takla atan, onların bu acısını neşe ve sevinç kaynağı yapan, başkasının mutsuzluğundan mutluluk devşirenleri gördükçe insan utanıyor. Sahiden insanlığından utanıyor insan!
Bu aralar aklıma bir Şeyh Edebali’nin, bir Mevlana’nın sözleri geliyor.
“Kusurları örtmede gece gibi ol!” Diyor Mevlana Celalettin.
Nerde kusur örtme insanlığı?
Mümkün olsa kusur işleyeni kapı kapı gezdirip herkesin yüzüne tükürmesini sağlayacak, adlarını yedi kat semaya yazdıracak, yetmedi günde kırk defa başlarına kakacak, daha da yetmedi ayaklarından tavana asacaklar!
İnsanların cübbeli de olsalar cübbeesiz de olsalar zaafları vardır.
İnsanı kırk şekle sokan nefis doğurgandır, nefsi doyurmak, onu terbiye etmek, onunla mücadele etmek, herkesin harcı değildir. Bütün mesele bu nefis terbiyesini sağlamak ve nefsi devreden çıkarmakta. Biz Modern çağ insanı nefisle mücadele konusunda maalesef başarısız kaldık zira nefsimizi zorlayan dış unsunlar öyle fazla ve öyle kışkırtıcı ki bununla mücadele edip de başarılı olanlar gerçekten de kahraman olanlarımız!
Yani hiç kimse kalkıp ta kendini Meryem ve Yusuf’un o saf terazisine koymasın zira o terazi tartmaz hiç kimseyi! Belki herkes aynı fiili işlemiyor ama bir yerinden bulaşıyor günah dairesine. Kimi gıybet yaparak, kimi kul hakkı yiyerek, kimi merhametsiz ve vicdansız olduğundan, kimi yalan söyleyerek, kimi riyakârlık yaparak, kimi zulmederek, kimi çalarak, çırparak günah sularının arkına giriyor işte!
Müslüman dediğin düşenler için, zaafları olanlar için iyi temennilerde bulunur. Büyük lokma ye büyük söz etme, diyen uluların elbette bir bildiği vardır zira büyük konuşanlar da bu konuşmalarının rövanşını bu dünyadan mutlaka alır öyle göçerler.
Kusurları örtmede gece gibi ol! Sözü çok önemli bir sözdür. Nitekim gece çirkinlikleri saklar, kapatır, her şey derin bir suskunun içine gömülür. Derin bir uykunun akabinde seherin ışıl ışıl aydınlığı içinde yepyeni şeyleri barındırır ve unutturur gecenin karanlığını.
Kötü fiilleri unutmak ve unutturmak lazımdır.
Muhatap her kim olursa olsun, cübbeli veya cübbesiz!
Moral değerler, etik, dini kaideler herkesi bağlar. Cübbesi olanları da olmayanları da. Cübbesi olanların da olmayanların da insani zaafları var, bu zaaflar olmasaydı insan değil, melek olurduk kuşkusuz. Ancak toplumun neredeyse şikesiz veya eski tabirle söyleyeyim hilesiz bir kurumu kalmamışken, eğri büğrü işler her gün bir yerinden patlak veriyorken eğri oturup doğru konuşalım!
Bütün bu rezaleti yapanların da cübbesi var mıydı Allah aşkına?
Aslında bizlerin biricik meselesi toplum olarak “değerler eğitimi” noktasında ıslah olma, yepyeni bir toplum bilinciyle, moral değerleriyle, dini hükümler bağlamında daha medeni, daha bilinçli ve eğitimli bireylerin yokluğu ve yoksunluğudur.
Öyle bir insan modeli ortaya çıkarmalıyız ki mert, cömert, mütevazı, erdemli, merhametli, yürekli, dost, faziletli, şefkatli ve edepli olmalıdır!
Şeyh Edibali, bunların zıddına yaklaşmamak lüzumunu şu nasihatleriyle ne güzel anlatır:
“Bak dostum,
Cahil ile dost olma, ilim bilmez, irfan bilmez, söz bilmez üzülürsün!
Saygısızla dost olma, usul bilmez, adap bilmez, sınır bilmez üzülürsün!
Aç gözlü ile dost olma, ikram bilmez, kural bilmez, doymak bilmez üzülürsün!
Kibirliyle dost olma, hal bilmez, ahval bilmez, gönül bilmez üzülürsün!
Ukalayla dost olma, çok konuşur, boş konuşur, kem konuşur üzülürsün!
Namert ile dost olma, mertlik bilmez, yürek bilmez, dost bilmez üzülürsün!
İşte topluca üzülüyoruz!
Zira yanımız yöremiz böyle insanlarla dolu. Birbirimizi kandırmaya gerek yok. Hiç birimiz eskilerin deyimiyle “insan-ı kâmil” değiliz. Hiç birimiz insanlığımızın nakışlarını tamamlamış değiliz. Hal böyleyken, ne insanların günah ve sevaplarını araştırmaya ne dedikodusunu yapmaya, ne de hakir görmeye hakkımız vardır!
Önce herkes kapısının önünü çerçöpten temizleyip ayıklasa diyorum hani, soyunsa bütün zaaflarından, kusurlarını ve hatalarını gözden geçirse ve biraz tefekkür etse, unuttuğu dünyaya merhaba dese ve gizli mahzenlerine inse. O mahzenlerde neler sakladığını bir an bütün insanların öğrendiğini tahayyül etse!
O zaman cübbenin aslında sadece bir örtüden ibaret olduğunu, asıl olanın içimizdekiler olduğunu anlarız belki de…
İnsanlığımız noktasında öyle bir dönüm noktasındayız ki tam olarak da uçurum kenarındayız. Ya o derin yarın dibine düşeceğiz, ya da şairin dediği gibi “ırak gönüllerin uçurumuna sevgiden köprüler yapmaya” misali çiçekli ve aydınlık baharlara yürüyeceğiz hep birlikte.
Ümit etmek gerektir!
Muhabbetle kalınız.
Meryem Aybike Sinan - Haber7
meryemaybike@gmail.com
Yorumlar12