Malcolm X ve Barack Obama
- GİRİŞ15.11.2008 07:24
- GÜNCELLEME15.11.2008 07:24
Barrack Obama henüz doğmamıştı. Harlem’in arka sokaklarından gelmiş bir delikanlının namı almış yürümüş vaziyetteydi. New York’un yer altı dünyası, çeteler ve suç şebekeleri bu delikanlının peşine düşmüştü. Uzun boyu, yakışıklı bir yüzü vardı. Burnunu tehlikenin en sivri yerine sürtüp rahatlamak, onun özel stres atma biçimiydi. “Korku alma” organı, özel bir kişisel zihin ameliyatıyla alınmıştı. Sanki beyninde özel ve fazladan bir kıvrım daha vardı ve bu kıvrım sayesinde en uç olanı, en sıra dışı olanı, en korkulanı denemek gibi bir zevk edinmişti. Günler yıllar geçti. Her şeyin en ucuna kadar gitti. Ve bir gün, aşırılığın ucundan küçük bir pike yaparak, metafizik boşluğun içine düştü.
Karizmatik, ne dediği anlaşılmayacak kadar yeni, itiraz edilemeyecek kadar alçakgönüllü bir adam, tutmuş hayat ve her şey hakkında tuhaf tuhaf konuşuyordu. Siyahlar için yeni şeyler söylüyordu. Elijah Muhammed’di adı. Elijah’a bağlandı delikanlımız. Çok geçmeden onun ateşli bir militanı oldu. Şimdi damarları yepyeni bir ateşle dolmuştu. Suçun, uyuşturucunun boşalttığı sinirleri, metafizik bir elektrikle yanıyordu artık. Gözü pekliği ve özel zekâsı sayesinde kısa sürede fark edildi ve sivrildi. Siyahların karizmatik lideri Elijah’ı yücelten konuşmalarını doğallıkla ama feci bir kişisel yetenekle sürdürüyordu. Kendisi farkında değildi elbette; ama çevresi yavaş yavaş durumun farkına varıyordu. Malcolm’ın büyük bir saf yüreklilikle yaptığı bu konuşmalar, yavaş yavaş gözlerin onun üzerine çevrilmesine neden oluyordu. O ateşli bir bağlılıkla liderini övdükçe, eski, kadim bir dil meselesi de yavaş yavaş belirginleşiyordu: Gerçeklik, dilin içinde kurulurdu. Gerçekliği Malcolm X kuruyordu. Başkası için bile olsa, safça bile olsa, iktidar talep etmemiş bile olsa, iktidar yavaş yavaş onun aurasına geçiyordu. Elijah Muhammed’in teşkilâtından atıldığında şaşkınlık içindeydi. Ama çok geçmeden durumun farkına vardı.
Şimdilerde “Nation of İslam” ve benzeri büyük örgütlerinki gibi bir bakışı vardı Elijah Muhammed’in de. Sakat bir bakıştı. İslam’ın evrensel mesajını, yüzyıllar boyunca mağdur edilmiş siyahların öfkesiyle ve mahrumiyetleriyle sakatlamışlardı çünkü. İslam’ı bir “Siyah dini” olarak algılamışlardı.
Nitekim 1964 yılında Mekke’ye gittiğinde, sevgili karısına yazdığı mektupta şöyle diyordu Malcolm: “Siyahla beyazı yalnızca kahvesine şeker atarken birlikte görmüş oylan ben, beyazlarla birlikte, sarmaş dolaş biçimde, Tanrı’nın evinin etrafında dolaşıyoruz
”
Çok yaşatmadılar zaten ondan sonra. Manhattan’da bir konuşması vardı, 21 Kasım 1965 günü. Yukarıda söylemeye çalışmıştım. Korku duygusuyla arasında özel bir aşağılama-yok sayma ilişkisi geliştirmişti. On metre ilerideki hafif makinelinin namlusunu gördüğünde, dudaklarının kenarına belli belirsiz bir gülümseme yayıldı. Başka namlular da vardı. Birkaç dakika sonra yerdeydi. Her namluya on beşten fazla mermi düşmüştü. Biraz önce konuşurken “Ben Amerikan rüyasının kurbanıyım” diyen Malcolm’ın vücudu, şimdi, birkaç dakika sonra, yerde mermilerin altında zıplayıp duruyordu.
Bütün Amerika kıtası, dramatik çelişkilerle, büyük çalkantılarla doluydu. Yani şu demek: Büyük kahramanların çıkması için oldukça münbit topraklardır oralar. Bu büyük çelişkiler, insanlık dramları, Che Guevera’nın ünlü binbaşı yıldızlı beresinde parıldıyor hala. Daha yukarılarda, Kuzey Amerika topraklarında ise Afrikalılar’ın acıları ve gözyaşları, yine büyük ruhlu başka bir delikanlının yüzünde parıldıyor. İkisinin resmini de saklıyor insanlar. İkisini de birer rozet yalınlığında ve yaygınlığında benimsemiş durumdalar. Binbaşı yıldızlı bere ve küfrederken kelimesinin yarısında donup donup kalmış gibi sert, sivri dudakları ve ateş saçan yırtılmış gözleriyle, Malcolm X. Ve o hiç inmeyen, suçlamayı ve gaddarlığı, iktidarı, baskıyı, geri zekâlılıkla at başı giden ahlaksızlığı tehdit etmeyi hiç bırakmayacakmış gibi sabit duran, hiç inmeyen evet, donup kalmış, hiç inmeyen işaret parmağı
Malcolm X’in memleketlisi, bu defa bambaşka nedenlerle “Amerika’nın kurbanı” olmuş başıbozuk bir yazar, hikâyelerinden birinde aşağı-yukarı şöyle bir şey yazmıştı bir zamanlar: “Postaneden çıktım. Müdür önümü kesti. Bana, siyahların gösterilerine katılamayacağımı söyledi. Nedenini sordum. Çünkü sen siyah değilsin, dedi. Nereden biliyorsun, dedim ben de!..”
Umarım, çağımızın büyük ilham kaynağını, kendisi daha üç yaşındayken elinden alınan büyük kahramanını unutmaz Barack Obama.
Ve umarım, göründüğü gibi siyahtır.
Selahattin Yusuf - Aktüel
Yorumlar2