''Cüce, yandaş ve besleme''
- GİRİŞ24.11.2008 10:36
- GÜNCELLEME24.11.2008 10:36
Geçtiğimiz hafta (13 Kasım 2008) Hürriyet gazetesi bir bildiri yayımladı. Yukarıdaki başlıkla. Ve bu ifadelerle aşağıladığı gazetelere veryansın etti. Meydan okudu.
Hiçbir metnin bilincini dikkate almıyorum ben. Bu kadar politize olmuş, “yan”laşmış bir memlekette, bilincin bana hiçbir şey (hiç değilse hemen hemen hiçbir şey) söylemeyeceğini şu yaşımda fark ettim. Çünkü bilinç dediğimiz, bir zamanlar (nedense!) sadece “gençlerin” sırtına yüklenmek için çırpınılan “bilinçli” olma hali benim açımdan artık hiçbir şey ifade etmiyor. Üretilmiş ezberler ardiyesinden başka bir şey değil. O bilincin sahiplendiği sözüm ona kavramlar, birer Çin ayakkabısından başka bir şey değil bu gün. Ülkenin ayaklarını sıkan, yaralayan, onu topallatan şeyler. O kadar.
Dolayısıyla, doğrudan bilinçaltına inmemiz gerekiyor bu metnin. Yani metnin ezber (bilinç) sathından, insan (bilinçaltı) sathına inmemiz gerekiyor.
Bu bildiriyi büyük bir ihtimalle Ertuğrul Özkök kaleme almış. Bunu nereden mi çıkardım? Metindeki parmak izlerinden. Metnin beyninin kıvrımlarının hareket etme ve özel ilerleme tarzından.
Eski ve güzel bir deyimimiz vardır. “Şecaat arz eylerken Kıptî sirkatin söyler.” Ama biz yine de metni “yazarından” bağımsızlaştıralım ve öyle değerlendirelim isterseniz.
Bir kere “suçlama” değil; baştanbaşa bir “aşağılama” duygusu var bu metinde. Biliyor musunuz, ikisi arasında, övmekle yermek arasındaki farktan daha büyük bir fark vardır. Çünkü suçlama, eşit ilişkide karşı tarafa; veya daha çok da “yukarıya” yöneltilir. Ama aşağılama? Adı üstünde.
“Cüce, yandaş ve besleme” basını aşağılıyor metin. “Mahallemizin ilginç ve yeni sakinleri var” diyerek başlıyor. “Onlar yolcu biz hancıyız” diyor.
Hancı!
Zavallı, yorgun, aç - bîilaç yolculara kapılarını açan, onlara kol kanat geren ve ertesi gün de onları postalayan “Han”ın sahibi, Aydın Doğan. “Dörtnala gelip Uzak Asya’dan, Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan” bu büyük “Han” onların yani.
Zaten sonunda açık açık ifade edilmiş: “Evli evine, köylü köyüne!” diye.
Başka bir cümleyle devam edelim.
“Bu cüce, yandaş ve besleme basın şimdi Hürriyet’e ve sahibine saldırıyor”muş.
Arkadaşlar, bir dakika. İtiraf ediyorum. Yazıya ilginçlik olsun diye bilinç/bilinçaltı meselesiyle girmedim. Sırf bu cümle içindi. Cümlenin en can alıcı kısmını hep beraber bir daha söyleyelim: “
HÜRRİYET’E VE SAHİBİNE
” Tekrar, bu defa başka bir biçimde vurgulayarak söyleyelim: “
Hürriyet’e ve SAHİBİNE
” Tekrar, şöyle söyleyelim: “
HÜRRİYET’E ve sahibine
”
Görüyorsunuz değil mi? Uzattıkça tatsızlaşıyor.
Dilin çomağı midemizde dolaştıkça kusma hissi uyandırıyor.
Açıkça söylemek isterim. Yazı, gerçekten namustur. Metnin bilinç düzeyindeki namusu, iyi niyetli, memlekete ve giderek bütün insanlığa bir şey söylemesidir. İyi bir şey söylemesidir. Ama bir de metnin bilinçaltının namusu vardır. Metnin asıl namusu, bacak arasında değil; beynindedir.
Metin, bir kere doğru bir mantık zemini üstünde kurulmuş olmalıdır.
Uzatmayalım. Bu metin “Hürriyet”in bir “sahibinin” olduğuna inanmaktadır. Özgürlük, ’68 mavalları, “Elveda Başkaldırı” nostaljileri, şarap nev’ileri eksperliği kimliği ise tam bu noktada kaleciyle karşı karşıya kalmıştır. Heveskârdır. Arzu ve tutkuyla ilerlemektedir. İhtirasla uğuldayan beyni, ofsayt kuralını tamamen unutmuştur. “Çerçeveyi” görmüş, şey yapmaya gol atmaya iyice yaklaşmıştır.
Ama işte küçük ve kötü bir gerçek, kocaman teoriyi yerle yeksân etmiştir: Düdük!
Birbirimizi kandırmayalım. Türkiye’de siyasi “Hakikat” sermayenin parsellediği bir arazidir. Büyük bir şairimizin dizesidir: “Suyun akışı, onun rengidir.” Sermayenin rengi, onun akışıdır. Kimsenin kaşığı kimseden ak değildir. “Köylülerin” seslerini kesip, tırıs tırıs köylerine dönmelerini istemek ise, bu kadar müktesebattan, güngörmüşlükten, Prag Baharı görmüşlükten sonra, çok düşük ve kirli bir pahaya razı olmaktır. Ayıptır.
Selahattin Yusuf - Aktüel
Yorumlar1