O fotoğrafta Hocaefendi olacaktı…
- GİRİŞ02.01.2014 13:15
- GÜNCELLEME03.01.2014 10:52
"Sungur Abi…" dedi, koştu. Tabutu omuzladı. "Sayın Sungur" demedi. "Mustafa Sungur Hoca" demedi. Nur talebelerinin büyüklerini andığı o unvanı tercih etti. "Abi…" "Abi" hitabında hiyerarşik ima yoktur. Hürmet ve şefkatin karşılıklı akıştığı eşitlikçi bir konumda yer alır abi…
Said Nursi'nin "fenafi'l ihvan" diye önerdiği çileli seyrisülukunun hatırasıdır "ağabeylik" makamı. Kardeşinin rızasında fani olacaksın der Üstad. Kendisini de bunun dışında tutmaz. Şeyh-mürid ilişkisinin yerine kardeş-kardeş ilişkisi koyar. Şeyhliği doğrudan Kur'ân'a bırakır. Risale'nin yazılı metinleri üzerinden her talebe doğrudan ve birinci elden Kur'ân'a talebe olabilir. Sungur Abi, hizmetin saff-ı evvel kahramanlarındandır. Kelle koltukta koşup gelmiştir Üstad'ına. İdamları ve hapisleri göze alarak yürümüştür davada. Said Nursi'nin talebesi olduğunu belirtmeyi konjonktüre bağlamamıştır. Her halükârda söylemiştir. Durumsal ve dönemsel olmamıştır Said Nursi'ye talebeliği kabullenişi. Bedel ödemişlerdir. Ömrü boyunca "talebe/öğrenci" olmaktan öte bir makam talebi olmamıştır. O fotoğraftaki abiler de öyledir.
Yukarıdaki fotoğrafın arka planını bilenlerdenim. Solda ortada Milli Görüş teşkilatından yetişme, Kasımpaşalı bir adam var. Recep Tayyip Erdoğan. Hâlen Türkiye Cumhuriyeti Başbakanıdır. Bu fotoğrafta bulunmamak için iki önemli gerekçesi var Recep Tayyip Erdoğan'ın. Milli Görüş, öteden beri "abi"lerin mesafeli durduğu bir siyasi duruştur. Üstad'ın "din adına siyaset yapmamak" ilkesi adına rahmetli Erbakan'la ittifak etmemiştir abilerin çoğu. İkincisi, laik Türkiye Cumhuriyeti'nin başbakanıdır Recep Tayyip Erdoğan… "Nur Cemaati"nin önde gelenlerini kabul etmesi ve bir de fotoğraf çektirmesi önemli bir ikbal riskidir. Başbakan'ın karşısında Türkiye Cumhuriyeti'nin Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez duruyor. Her zamanki tebessümüyle. Sungur Abi'nin cenaze namazını kıldırdı. Risale-i Nur'ların Diyanetçe de basılmasını arzu eden Said Nursi'nin rüyasını görendir Görmez Hoca. Yakında beraber göreceğiz, inşallah.
Sol baştaki Fırıncı Abi'den başlayarak isimleri sayabilirim. Hepsi "abi"… Tahmin ediyorum Başbakan o toplantıda her birine "abi" diye hitap etmiştir. Devlet dilinin o soğuk "sayın"larını unutmuştur. Başbakanlık ofisindeki bu masaya "Sungur Abi"ye sahip çıktığı için, en önemlisi de "Abi" demesinde saklı samimiyete karşı teşekkür etmek üzere oturdular. Milletvekili hesabı yapılmadı o masada. Kadro pazarlığı; hâşâ… Onlar Risale-i Nur hizmetinin sessiz ve sakince akan ana gövdesinin temsilcileri. Hepsi de "Abi" diye anılır. "Hocam" denilmesine alışkın değildirler. Teşekkür edip masadan kalktılar. Bu kadar.
Bu toplantıdan birkaç ay önceydi. Başbakan'dan görüşme isteyen abiler "Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi"den de görüşme talep ettiler. En azından bir telefon görüşmesi… Ulaştığından emin olunacak bir elektronik posta… Hizmetine ve gayretine hürmeten eski usul zarflı mektuplar da hazırlandı. Özel elçi heyetleri okyanus ötesi yollara düştü.
Hayır, hayır; konu Sungur Abi'nin cenazesi değildi. Sağolsun, Hocaefendi, bizzat kaleme aldığı genişçe bir taziye ilanı yayınlattı Zaman'da… Ki memleket meselelerine ilgisini öteden beri biliriz. Sungur Abi'ye ilgisiz kalması mümkün mü?
Ne var ki, Hocaefendi'den abilerin her türlü görüşme isteğine karşılık tek hecelik bir cevap gelmedi. O günlerden ben de derin bir sessizlik hatırlıyorum okyanus ötesinden.
Konu Risale-i Nur'ların "sadeleştirilmesi"ydi. Belli ki Hocaefendi'nin iradesi tecelli etmiş ve Türkiye'deki kardeşlerimiz yıllar öncesinden Lem'alar'ı, Sözler'i "sadeleştirme"ye başlamışlardı. Önümüze aniden Risale'nin kırmızı deminin açıldığı sarıya çalan bir kitap koydular. Şok! Belki de ihtiyaçtı bu. Belki de yerinde bir karardı. Belki de Hocaefendi abilerin görmediği sorunlarla boğuşuyordu. Abiler Üstad'ın daha önce de benzer bir taleple gelenlere izin vermediğini hatırlattılar. Hocafendi'nin bunu değil emretmesinin, izin vermesinin bile doğru olmayacağına inanmak istediler. Uyardılar. En azından bir gönül alma operasyonu yapılabilirdi. #BenDedimOlacakOlmaz'dı ya!
Abilerin görüşme talepleri "Hayır" cevabını bile duymadıkları derin bir sessizlikte boğuldu gitti. Muhatap alınmadılar. Muhterem Hocaefendi ne Zaman'da, ne herkul.org'da ne de avukatı aracılığı ile bir açıklamada bulundu. Said Nursi'nin Kur'an kelimeleriyle konuşan Türkçe'yi dolaşımda tutmak için yazdığı, zaten sade Risale-i Nur'a yapılan bu köklü tasarruf hiç durmadan devam etti.
Epeydir bu fotoğrafı arıyordum. O anın heyecanını Muhammed Özdemir kardeşimden birkaç defa dinlemiştim. Şükür ki, bugünlerde Başbakan'ın cemaati böldürmek için abilere talimat verdiğini öne sürecek nefret tetikçisi gazeteciler(!) bulup buluşturmuş da görebildim.
O günlerde-hatta bugünlerde bile-Başbakanlık ofisindeki bu abiler, işlerini güçlerini bırakıp Pensilvanya'ya doğru yola çıkmaya hazırdılar. Eğer bir hecelik cevap alabilselerdi, bu fotoğrafın aynısını, belki daha da tebessümlüsünü Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi'li olarak vereceklerdi.
Olmadı.
Buna "Sayın Başbakan" mı izin vermedi yoksa "Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi" mi; hâlâ tartışılır.
Yorumlar11